Milliyet Blog yazarlarından Emel Ballı, yılların dizisi Selena üzerinden, dizilere olan bağımlılık konusunda düşüncelerini yazıya döktü.
2006 yılında yayın hayatına başlayan ve 106 bölüm devam eden Selena dizisi, büyük beğeni toplamıştı.
Özellikle çocukların çok sevdikleri dizide Sinem Kobal, Zuhal Topal, Selda Özbek, Hakan Altıner, Sinan Çalışkanoğlu, Gizem Güven, Ümit Erdim, Parla Şenol, Gökhan Keser, Hazal Şenel, Bülent Seyran, Necip Memilli, Öykü Çelik gibi çok sayıda oyuncu rol almıştı. Dizi sayesinde genç oyuncuların parladığına da şahit olmuştuk. Sinem Kobal için de Selena dizisinin yerinin çok başka olduğu biliniyor.
Yazar Emel Ballı, Selena dizisi üzerinden önemli bir noktaya dikkat çekiyor:
“Hadi bugün hayatımızda yolunda gitmeyen her şey için Selena Hanım kızımızdan yardım isteyelim. O gelir hemen sorunu çözer.
Hadi uzatın ellerinizi bana… İlk önce tek tek heceleyelim. Sonra hep birlikte bağıralım. “Se-le-na Selena Selena!”
Medyanın çocukları esir aldığı bir çağda yaşıyoruz. Hatta sadece çocukları değil, Tüm bireyleri demek daha doğru olur.
İnsanlarımızın çoğunun televizyon bağımlısı olduğu bir gerçek… Ama nedense hep inkâr eder dururuz.
Dost sohbetlerinde laf lafı açar ve en sonunda tıkanılan yerde ünlü bir dizinin reklamının televizyon ekranında görülmesiyle, dizi muhabbetleri yardıma koşar.
“Bu dizi de çok uzadı değil mi?” diğer bir taraftan da olaya müdahale gelir. “Ben öyle ara sıra izliyorum. Ama bu adamın bu kıza yaptıklarına da tahammül edemiyorum!”
Ve cevap gelir “Konu da bulamıyorlar, hep aynı şeyler işte… Kız da hak ediyor ama!”, “Ya izlemeyeyim, diyorum. İzleyecek bir şey bulamıyorum. Kızın ikinci evliliğiydi değil mi?”, “Doğru vallahi izleyecek bir şey yok.
“İkinci bölümde neler ediyor adam bu kıza bir bilsen. Çok üzülüyorum.”, “İzlememek lazım şekerim, boş işler bunlar. Kendi hayatımız film olmuş zaten… Kız dur dur çevirme kanalı 3.bölüm fragmanını gösteriyor.” Durum böyle işte…
Çoğu insan izdivaç programlarını izlemekte, çoğu insan paparazzi programlarından zevk almakta ve çoğumuz dizilerde yaşamaktayız. Çünkü bizler başkalarının hayatlarını gözetlemekten zaman zaman büyük keyif alırız.
Farkındaysanız eskiden yarışma programlarına katılan yarışmacıları sadece program başlayınca tanırdık ve ertesi gün başka bir yarışmacı ile devam edilirdi. Şimdi ise durum çok farklı, format tamamen değişti.
Çünkü medya toplumun ne istediğini çözdü.
Yarışma programlarına katılan kişiler hayatımıza uzun soluklu olarak giriyorlar. İlk önce onları teker teker tanıyoruz. Ne yerler, ne içerler, nerde yaşarlar. Hangi meslekteler, kaç çocukları var.
Sonra daha bir derinlere daha bir özele iniyoruz. Bu yarışmaya neden katıldı. Kazandığı parayla ne yapacak. Kaçıncı eşi, bu çocuk ondan mı? Sonra daha da derine… Hayatta ne acılar yaşamış. Ne zaman ağlamış ne zaman gülmüş. Her şeyi ama her şeyi deşifre ediyoruz. Yarışmacı artık her gün ev de misafir, yok yok yanlış oldu. Misafir değil, aileden biri oluyor. Onunla ağlıyor, onunla gülüyoruz. Televizyonun karşısında dualar ediyoruz, şans diliyoruz ona.
Reyting yükseldikçe program uzuyor. Günlük yaşamımızda bile kendi sorunlarımızdan çok onları konuşuyoruz. Bu tarz programlara özellikle ilgi çeken yaşam hikâyeleri olanları ve değişik tipte insanları seçtiklerini düşünmemek elde değil doğrusu.
Sonra program bitiyor… Durun durun sakın üzülmeyin. Yeni programlarla daha da özele giriyorsunuz. Hadi bakalım yeni gelinler, açın evinizin kapılarını… Düğünde neler takıldı, eve kaç para harcandı, balayına nerete gidildi. Her detayı istiyoruz. E tabi şu çeyizini de açta bir görelim. Kayınvaliden neler takdı, anneler neler dikti. Ayaklı kuyumcu gibi bütün takılarıyla gezen gelin tüm eleştirileri dinler ve cevaplar. Özel hayat iyice işgal edilir. Yaşamlar, maddi imkanlar yarıştırılır.
Biri biter, öteki başlar… Her yarışma ardından “Şu kızla şu çocuk birbirlerini seviyordu ayy ne oldu acaba?” diye dertleniriz.
Tabi ki sizi seven program yapımcıları da bu durumda hiç boş dururlar mı? Hemen eski yarışmacılarla yeni bir yarışma başlatırlar. “Yupbiiii!” Hadi bakalım şimdi hayat bizim için o yarışmanın içinde, o yarışmacıların hayatlarında akıyor. Yarışanlar, yarıştıranlar iyi para kazanıyor. İzleyende güzel vakit geçiriyor. Anlayacağınız alan razı, satan razı…
Sanırım bunun bir nedeni var. İnsanların kafası gün geçtikçe daha yoğun ve kalabalık hale geliyor. İş, güç, geçim derdi, çoluk çocuk… Yapılacak, edilecek… Aranacak, kaçılacak… Sizin anlayacağınız dert tasa bitmiyor. Akşam eve geldiğinizde kendi hayatınızdan dışarı çıkmak; başka yaşamlarda dolaşmak, başkalarının hayatında yaşayıp kendimizi unutmak istiyoruz.
Fakat sabah olup gözler açılınca da kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bakıyoruz ki ortada ne sıkıntıyı çözecek bir Selena var, ne de dün gece kutudan çıkan derde derman paralar…”