İpek Tuzcuoğlu, 11 Kasım 1971 tarihinde İzmir’de doğmuştur. Türk dizi, sinema ve tiyatro oyuncusu.
Adı: İpek Tuzcuoğlu
Doğum Tarihi: 11 Kasım 1971
Doğum Yeri: İzmir
Boyu: 1.68 m.
Kilosu: 55 kilo
Burcu: Akrep
Göz Rengi: Kahverengi
Babası: Ilgar Hakkı Tuzcuoğlu
Annesi: Emel Tuzcuoğlu
Instagram: https://www.instagram.com/ipektuzcuoglu
Ailesi: İzmir’de doğdu, büyüdü, annesi sayesinde çocukluğu sanatla iç içe geçti. “Annem sanata aşık bir kadındı. Üç yaşından itibaren bana İzmir’de bale eğitimi aldırdı. Ruhsal gelişimimi anneme borçluyum. İzmir Fuarı’na gelen bütün sanatçılar bizim eve konuk olurdu. Nisa Serezli, Tolga Aşkıner, Ali Poyrazoğlu, Ferdi Özbeğen, Korhan Abay, Coşkun Sabah… Yani dönemin en büyük starları hep evimizdeydi. Bu sebeple bana bir ünlü ile tanışmak hiç şaşırtıcı gelmiyor, bunu çok küçük yaşta kanıksadım. Şimdi bile Türkiye’deki bütün ünlüler benim arkadaşımmış, dostummuş gibi geliyor. Sadece saygı duyduğum insanlarla tanışınca heyecanlanıyorum. Mesela; Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Selda Alkor… Bu isimler benim için mesleki olarak çok başka noktada, saygıdeğer insanlar.”
Çocukluk yılları: Çok içine kapanık, sakin ve hiçbir şeyi tek başına yapamayan farklı bir çocuktu. Üç yaşından itibaren 10 yıl boyunca İzmir’de Aynur Ressamoğlu Bale Stüdyosu’na gitti. Küçükken balerin olmak istiyordu. 6 yaşında İzmir Devlet Tiyatrosu’nda ‘Boy Friend’ adlı müzikalde dansçı kadrosuna alındı. “Çocukluğuma dönüp baktığımda çok yol kat ettiğimi görüyorum. Resmen kıta değiştirmişim. Annem elimden tutup 3 yaşımda özel bale stüdyosuna götürüyor. Aynur Ressamoğlu’na. Ben İzmirliyim, Karşıyaka’da bale stüdyosu ve yaklaşık 12 sene bale eğitimi alıyorum. Özellikle küçük yaştaki çocukların ritim, koordinasyon duygusunu sağlamak, beyin ve beden gelişimini bir arada tutmak için folklor, bale yapmaları, enstrüman çalmaları bu noktada çok kıymetli. Aileler çocukların bu noktalarını keşfederlerse mutlaka teşvik etsinler. İleride onların hayatında çok güzel yerlerde bulunuyor bu özellikler.”
Aslında ben dans etmeyi de çok seviyordum. Fakat klasik baleden ziyade modern dans seviyordum. Öyle bir imkan oldu. İzmir Devlet Tiyatrosu’nda dansçı kadrosu açıldı. Dışarıdan gelen tek kişi bendim. Hepsi de Devlet Opera ve Balesi’nin dansçılarıydı. Sınavda bir tek ben kazandım. ‘Boy Friend Müzikali’nde oynadım, dansçı kadrosundaydım. Fakat gördüm ki o yaşımda, küçücüğüm, 16 yaşlarındayım. ‘Ya ama en çok alkışı başroldeki alıyor, dansçılar alkış almıyor burada’ dedim. O dürtüyle, bir dakika ben oyuncu olabilir miyim acaba? Oyuncu mu olsam? Başrol oynamak istiyorum ben dedim. Hatta Hülya Savaş o zaman başrolü oynuyordu ve bir dönem de Devlet Tiyatrolarının müdiresi oldu. Sonra da bir dönem çalıştık bir dizide. Ona da çok hayrandım ben. Sonrasında da tiyatro eğitimi almak istedim. Annem öğretmen buldu, eğitimler aldım. Kursiyerlere İzmir Devlet Tiyatrosu’nda bir alan açılmıştı. Sınava aldılar bizi, kursiyer olduk önce. Sonra kazandım, çocuk oyununda oynadım. Daha sonra da Hacettepe’nin sınavlarına girdim, sınavı kazandım. Sonra da oyuncu oldum.”
Eğitim hayatı: İzmir Karşıyaka Lisesi’nden mezun oldu. Ardından Ankara Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdi.
Hayatının dönüm noktası: Bale yaparken, balenin ona yetmeyeceğini anladı ve teatral yanını da geliştirmek istedi. Müzikal dansçısı olmak istiyordu. “Çiğdem Tunç, Burçin Orhon ve Yonca Evcimik bunda çok etkili oldu. Ama en çok Ayten Gökçer’e hayrandım. ‘7 Kocalı Hürmüz’ü seyrettikten sonra ‘Benim Ayten Gökçer olmam lazım!’ dedim. Sonra Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı kazandım. Kimse bilmez ama konservatuvarın ilk senesinde denenirsiniz. Biz de denendik, başarısız bulunduk ve atıldık. Bunu da ilk defa anlatıyorum. Benimle birlikte Engin Günaydın, Timuçin Esen, Evrim Solmaz’da atıldı. İnci Türkay ve Erdal Beşikçioğlu ise başarılı bulundu, bir üst sınıfa geçti. Ama ben yaşadığım her şeyden çok güzel dersler çıkardım. Benim kişiliğimi daha da geliştirdi. Cesur olmamın hiçbir zaman zararını görmedim, risk almak lazım. Okuldan atılınca, bir sene sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü kazandım. Ama o yıl ‘Atılan öğrenciler geri dönebilir’ diye af çıktı. Hacettepe’nin af sınavına da girdim çok rahattım, zaten bir okulum vardı. Çetin Tekindor, Lemi Bilgin gibi isimler sınav kurulundaydı, oradaki sınavı da kazandım. Sonra ‘Neden bir sene kaybedeyim?’ dedim ve kendi okuluma geri döndüm.”
Kariyerinin dönüm noktası: ‘Asmalı Konak’ dizisini kariyerinin dönüm noktası olarak görüyor. “Para kazanmamı, yeni senaryolar okumamı ‘Asmalı Konak’a borçluyum. ‘Asmalı Konak’, 23’üncü dizimdi ve yaşamın bana verdiği bir ödüldü. ‘Düriye’nin Güğümleri’ nde ki rolümden sonra artık kimse Dicle demiyor herkes Düriye diyordu. Bir başarı diğer bir başarıyı takip ettiği zaman güzel oluyor. ‘Avrupa Avrupa’ ise benim ilk sit-com dizim. Dramada bir bakışın yeterliyken, sit-com’da senaristin sana yazdığı espri etkili oluyor. O yüzden sit-com’da senaristler karakterleri büyütüyor. Muhteşem bir oyuncu da olsan, sana iyi bir espri yazılmadıysa hiçbir şey yapamazsın. Yani orada benim için yeni bir eğitim-öğretim süreci başladı.”
Oyunculuğa ilk adım: Televizyon macerasına 1988 yılında, ‘Evlenme Cüzdanı’ dizisiyle başladı.
Hangi proje ile parladı? ‘Asmalı Konak’ dizisinde canlandırdığı ‘Dicle’ karakteri ile dikkatleri üzerine çekti.
Kişilik özellikleri:
Düşünce yapısı: Son yıllarda bir yenilenme yaşadı. Yaş aldıkça yaşamın sade ve basit olduğunu gördüğünü düşünüyor. “Bir Zümrüdüanka gibi yenilenme yaşadım. Mutluyum, huzurluyum. Kendi ruhumla bu sanatçılığımı, oyunculuğumu buluşturacak alan yakaladım. Kişi yaşamışlıklarıyla deneyim ve tecrübeleri ile yol alır. Yıllar geçtikçe yaşamın aslında ne kadar basit yalın ve sade olması gerektiğine görüyorsun. Haliyle bu kişinin dış görünüşüne de yansıyor. Dış görünüşteki zenginlikleri arttırmak yerine içsel zenginliklerine arttırmalı kişi. Para sahibi olan herkes dış görünüşünü marka kıyafetlerle donatabilir ama içini ancak inandığın değerler ve insani erdemlerle donatabilir. Paranın geçmediği tek yer orasıdır. Para sahibi olanlara değil içsel zenginlikleriyle sizlere hazine sunan kişilerle dost olmak makbuldür benim için. Burada para sahibi tabirinden kastım hem parası hem makam gücüyle insanları hakir görüp aşağılayan bir kesimdir. Yoksa hem varlıklı hem de içsel zenginliğini elde edebilmiş birçok insanda var çevremiz de. Herkesin eşitliğine, insani hak ve özgürlüklerden faydalanması gerekliliğine, adalet ve vicdan duygusunun her şartta ve durumda mutlak korunmasına inananlardanım. Hoşgörü ve anlayış sahibi olmak ise sizi birçok kötü düşünceden koruduğu gibi yolunuzda ki tuzakları da bertaraf eder. İyilik ve güzellikten kimseye zarar gelmez yeter ki saf ve iyi bir niyet olsun kişinin kalbinde…”
Mutluluk kaynağı: Hayranlarının ilgisinden mutluluk duyuyor. “Eğer insanlar sizi yolda canlandırdığınız karakterle çağırmaya başlıyorlarsa o artık ‘İpek’ değildir o karakter olmuştur. Ne bileyim ‘Dicle’ diye, ‘Dürüye abla’ diye bağırıyorlarsa bu hakikaten önemli bir ölçüdür oyuncular için. Bazı oyuncular komplekse girerler. Benim adım şu, bu, niye karakter ismiyle çağırıyorlar beni diye. Tam tersine düşünmek gerekir. Çünkü siz orada aslında bambaşka bir yaratım içinde olduğunuz için, o oynadığınız karakteri insanlara sevdirmeniz gerekiyor. Bendenize sorarsanız gerçek oyunculuk böyle bir şey. Benim hoşuma gider yani oynadığım karakterle çağırılmak. Hiçbir kompleks duymam bundan. ‘O… Çocukları’ filminde ‘Hatice’ karakteri vardı çok sevdiğim. ‘Ankara Yazı-Veda Mektubu’ diye bir sinema filmi çekmiştik. Mustafa Pehlivanoğlu’nun annesi Zeynep anneyi çok severek oynadım. Sinema filmlerini, dizilerin çok dışında tutuyoruz tabi. ‘Aşk ve Mavi’de mesela bir karakteri oynadım. Kapadokya’da çekmiştik. Her ne kadar o karakteri oynasam bile ben Kapadokya’nın Dicle’siyim o değişmiyor. İnsanlar ‘Dicle’yi çok benimsemişler, çok içselleştirmişler. Uzun yıllar oldu. Enteresan bir şey var mesela, insanlar evde oldukları için eski dizileri, sinema filmlerini seyrediyorlar. Mesela ‘Asmalı Konak’ı şimdiki jenerasyon da biliyor, seyrediyor. O dönem doğmamış olanlar şimdi seyredip bana mesajlar atıyorlar. ‘Çok güzel diziymiş, Dicle’ye bayıldık’ diye. Tabii ben mest oluyorum, ne güzel bir duygu.”
İlk sinema filmi: Mesut Uçakan/ Ölümsüz Karanfiller
Hayata bakışı: Artık hayatını daha kapalı yaşayıp daha seçici olmaya özen gösteriyor. “Eskiden herkese inanıyor ve sonsuz güven duyuyordum. Ancak artık daha tedbirliyim. İnsanları kırmadan hayır demeyi öğrendim. Empati duygusunu kaybetmeden insanları görebilmeyi, vicdan ve adaletin hepimiz hayatında ilk maddeler olması gibi bir çok şey öğrendim. Sanırım büyüdüm. Fakat her şeyden önemlisi tedbirli olmak kendi hayatımın sınırlarını belirlemek. Çevremdeki kişileri arkadaş, dost, iş arkadaşı gibi kategorilere ayırdım. Çünkü herkese aynı sevgi ve aynı cümlelerle yaklaşamazsın. Bir defa ‘kader’ planına inanan birisiyim. Yaşam sana ne sunuyorsa iyi ya da kötü, her şeyi kabullenmek gerekiyor. İyiden sevinip, acıdan da ders çıkarmalıyız. ‘Bana yaradan ne anlatmak istiyor’ diye sormalıyız. Hep mutluluk bereket isteriz. Ama imtihan dünyasındayız. Kötüler de gelecek ki, iyilere şükretmek gerek. Basit yaşamayı öğrendim; sağlım yerinde olsun, ailem sağlıklı olsun, rızkım açık huzur olsun yeter bana. Neon ışıkları içinde bir yaşam tarzı bana artık uzak geliyor. Ama bu noktaya gelebilmek için de, ‘bu hayatta bayağı törpülendim’ diyebiliyorum. 2000 yılında, ‘Asmalı Konak’ başlamadan önce panikatak oldum. Sektör problemliydi, iş bulamıyordum. ‘Telefonum çalsa da iş gelse’ diye çok bekledim. İşte o dönem içsel yolculuğum başladı. Yogayı, meditasyonu, Uzakdoğu felsefesini öğrendim, yavaş yavaş ilerledim ve tasavvufa geldim. Şimdi tasavvufta noktayı koydum, o yolda devam etmek istiyorum.”
İş hayatına bakışı: “Magazinden uzak bir yaşam sürmeyi, sadece işi ile gündeme gelmeyi tercih ediyor. İş hayatında duyguları ile karar verdiğinde bazen yanlış yaptığını düşünüyor. “Niye magazin programlarında yoksun? Niye daha çok röportaj vermiyorsun?’ diye soruyorlar. Bu benim kendi isteyerek yaptığım tercih, bir ilkesellik ve bir prensip. Dolayısıyla artık beni çok görmüyorlar. Sadece iş noktasında, iş yaptığım zaman röportajlar yapıyorum. Benim son zamanlarda söylediğim bir şey var; Artık senaryo star diyorum. Yani oyunculukta starlık kalmadı. İşte yurt dışı satışları için, bazı isimler yurt dışından talep gördüğü için daha çok göz önünde olsalar dahi, o insanlarla ilgili bile doğru hikaye, doğru senaryo, doğru reji kurgulanamazsa onların işleri bile kalkıyor dikkat ederseniz. O yüzden artık başrol senaryonun diyorum ben. İyi bir hikaye ve senaryo olması gerekiyor. Duygularımla karar verdiğim zaman bazen yanlış yapıyorum. Duygularımla karar verdiğimde bazen yanlış yapabiliyorum; Allah hepimize akıl, fikir vermiş. Sen bir insanı seviyorsun, o işin içinde o insan var diye sözleşmeyi okumadan imzalarsan yaşanacaklar belli. O yüzden bu konuda da kimseyi suçlamıyorum. Beğendiğim ve sevdiğim oyunculara karşı da her zaman beğenimi dile getiririm, mutlaka söylerim, her yerde söylerim. Önemli olan çünkü senin kendini oyuncu olarak görmeden değerlendirme yapabilmen. O hırs, o kıskançlık, onları sevmiyorum ben kendi hayatımda. Mümkün olduğu kadar da tutmamaya gayret ediyorum. Çünkü sana onlar zehir yani. Vücudunun, zihninin zehirleri. Birini kıskanmak, birine haset etmek, biri hakkında kötülük düşünmek, bunlar senin kendine verdiğin zararlar aslında. O yüzden mümkün olduğu kadar sevgiyi de başarıyı da paylaşmayı seviyorum. Çok seviyorum ve övmeyi de severim beğendiğim oyuncuları.”
Sette nasıl birisi? Sette profesyonel davranmaya önem veriyor. “Tedbirli davranıyorum. Profesyonel bakıyorum herkese. Gönül havuzumu kirletmemeye çalışıyorum. Yanındaki arkadaşlarınızı iyi seçmeniz gerekiyor. Sete saygı çerçevesinde giderim, asla star havalarım yoktur. Bir işçi gibi mesleğimi yapıp gidiyorum. Tabii ki her dönemin kendi zorluğu var. Aslında zamanın ruhu diye bir tanımlama vardır ya, zamanın ruhuna göre her şey de değişim gösteriyor. Benim 33 yıl oldu. Dolayısıyla Yeşilçam’ı yakalayan nadir oyunculardan biriyim. Yeşilçam’daki ustalarla çalışma imkanım oldu. Çalıştığım bütün yönetmenler vefat etti. İşte Memduh Ün’den Osman Seden’e kadar, Orhan Elmas, Ayhan Önal gibi o kadar kıymetli insanlarla çalıştım ki, bu işin aslında tam ‘A’sını öğrendim. Sette çay da dağıttım, şaryo da kurdum, makyaj malzemelerini de temizledim. Bildiğin okul gibiydi benim için. Usta-çırak ilişkisindeki o ahlak, o edep, o saygı çok içimize sindi bizim. Bizim kuşak biraz böyledir. Dolayısıyla biz yönetmen yardımcısının karşısında bile hazır oldaydık, bırak yönetmeni. Şimdiki gençler çok daha şanslı. Çünkü yönetmenle birebir iletişim kurma şansları var. Bizim dönemimizde yoktu. Bizim dönemimizin yönetmenleri biraz daha tatlı sertlerdi ama daha mesafelilerdi. Despottu onlar biraz. Şimdikilerle tabii ki arkadaş gibisin. Ama yine de set ahlakı ve set etiğini hala öğrenemeyen birçok arkadaş var. Lakaytlar. Yönetmenle konuşma şekilleri çok hoş olmuyor. Tabii nereden öğrenecek ki? O kadar çok dizi, kanal ve yönetmen var ki. Kim kime neyi öğretecek? Dolayısıyla biz çok şanslıyız. Mesela bizim hiç karavanımız filan olmadı. Şimdilerde var. O zamanlar köylerde, kasabalardaki evlere rica ediyorduk. Çalıştığımız yerlerde hiçbir zaman evlerin içinde tuvalet olmazdı. Düşün yani ne kadar eskiden bahsediyorum. Tuvaletlerle evler ayrı oluyordu yani çalıştığımız yerlerde. Hakikaten bu işin cefasını çeken gruptan oldum.”
Kariyer planı: Farklı karakterlere hayat vermek istiyor. “Charlize Theron’un ‘Cani’ diye bir filmi vardı. Oscar aldığı eski bir filmdir. Öyle, farklı bir karakter oynamak isterdim.”
Aşka bakışı: “Duygularım nereye ben oraya. İnsanın içinde hiçbir şey kalmaması ve istediği her şeyi yaşaması gerektiğine inanıyorum. Dönem dönem sevgiye odaklı dönüşlerim oldu. Mevlana’nın bir sözü vardır, ‘Neyi arıyorsan osun’ diye. Benim artık sevgi ve aşk odaklı bir arayışım yok. Çünkü gerçek aşkın ilahi aşk olduğu noktasına geldim, hamdolsun. Ben aşkı karşındaki insanla ‘bir’lenmek zannederdim. Ama hayat bana öyle şeyler yaşattı ki, yaradan ‘Hayır, esas ‘bir’lenilmesi gereken benim’ diyor. O yüzden şimdi daha aklı selim, duygularımı kontrol ettiğim ve nefsimi terbiye ettiğim bir süreç içerisindeyim.”
Kimlere hayranlık duyar? Yeni jenerasyondan Farah Zeynep Abdullah’, Serenay Sarıkaya ve Bergüzar Korel’i çok beğeniyor. “Meslekleri, duruşları ve samimiyetleriyle bu üç ismi de çok beğeniyorum ve takip ediyorum. Bu arada kendi jenerasyonum için de söyleyeyim sevdiklerimi. Nazan Kesal bayılırım. Vahide Perçin bayılırım. İpek Bilgin, Bennu Yıldırımlar bunlar benim çok beğendiğim oyuncular.”
Oyuncu olmak isteyen gençlere ne tavsiye ediyor? Oyuncu olmak isteyenlere öncelikle eğitim almalarını öneriyor. “ Eğitim her zaman donatan bir şeydir insanı. Güçlü kılar, sağlam durmanızı, insanlara karşı kendinizi doğru savunmanızı sağlar. İyi metin okumayı, iyi karakter yaratmayı getirir. Ben mutlaka ne olursa olsun eğitimden yanayım. Onun dışında doğru bir kariyer planlaması yapacak menajerlerle çalışabilirler. Çok iyi menajerlik ajansları var artık. Ama gerçekten isim olmuş menajerlik ajanslarından bahsediyorum. Cast ajanslarından uzak dursunlar. Kimin ne yaptığı hiç belli değil. Araştırmadan, emin olmadan değil, referans alarak gitsinler. Ünlü olmaya özenmesinler, sadece işlerini sevsinler. Gerçekten işini seven insan bir noktada başarıyı yakalıyor. Sevdiğiniz işi yapın. Sevdiğiniz meslek her ne ise. Aşçılıksa aşçılık, diş hekimliğiyse diş hekimliği, diyetisyenlikse diyetisyenlik, spikerlikse spikerlik, oyunculuksa oyunculuk. Yani iş bulamadığınız zaman oturup, küsmeyin, üzülmeyin. Zaten siz o işi seviyorsanız, o sizi mutlaka tatmin edecek ve Allah sizin yolunuzu illaki açacak, rızkınızı da verecektir. Yeter ki siz var oluşunuzdaki yetenekleri, sisteminizi keşfedin. Neleri yapabilirim? Hangi konularda yetenekliyim? Mesela lise öğretmenleri bu noktada iyi bir referans kaynağı olabilir. Üniversite hocalarıyla paylaşsınlar. İllaki çevrelerinde bir müzisyen, bir ressam, gönlünü sanata vermiş eş dost vardır, onlarla istişare etsinler. Yeteneklerini onlarla konuşsunlar. Konuşsunlar ama. Ne kadar çok konuşurlarsa, ne kadar çok fikir alırlarsa, ne kadar çok kendilerini keşfederlerse gençler, o kadar doğru bir planlama ile geleceklerini kurabilirler. Sevdikleri meslek çok önemli bu noktada.”
Formunu nasıl koruyor? Sağlıklı beslenmeye dikkat ediyor. “Bitkisel tedavilere ve sağlıklı beslenmeye meraklıyım. İbrahim Saraçoğlu’nu çok takip ederim. Kendisiyle tanışamadım ama büyük takipçilerinden bir tanesiyim. Onun da programlarını, videolarını seyrettim. Zaten bir alt yapım var yıllardır ama yine böyle beslenmeme rağmen doğru beslenmemiş olduğumu anlıyorum. Öğrenmenin yaşı yok. Şimdi daha fazla meyve yiyorum mesela. Daha fazla renkli gıdalar tüketiyorum, daha antioksidan sebzeleri hayatıma soktum. Kekler, börekler ve pastane işlerini çok sevmeme rağmen almıyorum dışarıdan. Aldığım ekmeği de mutlaka kızartarak yiyorum. Soğuk hiçbir ürün yemiyorum. Dışarıdan sipariş vermek zorundaysanız, ki bekar, yalnız yaşayan çok insan var, mutlaka ısıtın dışarıdan söylediğiniz yiyeceği. Bu süreçte benim biraz göbek gitti.”
Kaygıları: Koronavirüs sürecinin sanat dünyasına olumsuz etkilerini endişe verici buluyor. “Çok etkiliyor bence. Çünkü benim çoğu arkadaşım işsiz şu anda. Bir garantileri yok. Gerçekten sanatçı deyince sadece oyuncu olarak algılamamak gerekiyor. Bunun ne bileyim müzisyenleri var. Bu insanlar öyle ya da böyle geceleri gündüzleri, üniversitelerde, oralarda buralarda çalan orkestra mensubu arkadaşlar var. Bunlar da sanatçı. Sadece oyuncu noktasında değerlendirmemek gerekiyor. Tiyatro oyuncuları var. Tiyatronun arkası var. Tiyatronun ışığını yapan, tiyatro yönetmeni, tiyatronun kostümcüsü var, dekor taşıyan arkadaşlar var. Aynı şey diziler için geçerli. Dizi dediğiniz sizin sadece gördüğünüz 10 kişilik ünlüden oluşmuyor. Onun arkasındaki ekip var, set çalışanları var. Eskiden yevmiye usulü vardı. Yani haftalık verirlerdi. O sistem de yok. Şimdi herkesin 7-10 bölüm içeride parası var. Oyuncular noktasında söylemiyorum bunu. Çünkü ben sadece dizi denildiği zaman benim için ekip ruhu çok önemlidir. Ben oyuncu arkadaşlarla birlikte set ekibini de sayarım. Çünkü siz orada ekip olmazsanız bir hiçsiniz. Onlar olmazsa siz bir şey değilsiniz, nasıl çekeceksiniz? Bunun senaryo grubu, senaristi var, kurgusu var. Bunların her bir birimini düşündüğün zaman şu anda Türkiye’de işsiz ve maddi imkanı olmayan çok fazla bizim sektörde insan var.”
Hangi filmden etkilendi? ‘Baba’ ve ‘Çağrı’ filmleri en çok etkilendiği iki film. “İki film var benim hayatımda, her seferinde seyrettiğimde çok etkilenirim. Bir tanesi ‘Çağrı’ filmi, diğeri de ‘Baba’ serisi. İkisinin setlerinde toz alan biri olsaydım keşke o iki film çekilirken. Ama ‘Çağrı’ filminin yeri apayrıdır bende. Ama mesela ‘Avatar’ diye bir film yapıldı, o kadar güzel ki mesajı aslında. ‘Avatar’a baktığım zaman ve şimdiki hayatımıza, biz aslında bütün canlıların hayatını çalıyoruz. Onların hayatını işgal ediyoruz. Belki ‘Avatar’da başka bir dünya var ama biz kendi ‘Avatar’ımızı yaşatıyoruz, biz kendimizi yaşatıyoruz o güzelim canlılara.”
TELEVİZYON DİZİLERİ
2020/2021- Tövbeler Olsun / Latife Horanta
2021- Hükümsüz/ Mediha
2018- Aşk ve Mavi / Elmas
2017- Yalaza / Nalan İnce
2016/2017- Baba Candır
2014- Diğer Yarım / Meryem
2014- Ne Diyosuun / Yasemin
2013- Her Şey Yolunda Merkez / Serap Çoşkun
2012- Aşkın Halleri / Mehtap
2011/2013- Avrupa Avrupa / Gülbahar Koparan
2010- Dürüye’nin Güğümleri / Dürüye
2007- Mahşer / Zuhal
2005- Nehir/ Leyla
2005- Köpek / Şahende
2004- Ah Be İstanbul / Zümrüt
2002- Asmalı Konak / Dicle
2001- Evdeki Yabancı / Zeynep
2001- Cinlerle Periler / Seval
2000- Adada Bir Sonbahar / Türkan (TV Filmi)
2000- Güle Güle/ Emine Hemşire
1999- Aşkın Dağlarda Gezer / Cihan
1997- Deli Divane / Funda
1998- Hicran Yarası /Nalan
1997- İntizar / Hande
1997- Kır Çiçekleri /Nilgün
1997- Mirasyediler
1996- Feride / Yıldız
1996- Anılarda Sevgili
1995- Umut Dünyası
1995- Bizim Mahalle
1994- Yukarı Karakısık
1988- Evlenme Cüzdanı
SİNEMA FİLMLERİ
2017- Kervan 1915/ Hayganus
2016- Ankara Yazı Veda Mektubu / Zeynep Pehlivanoğlu
2008- O… Çocukları / Hatice
2005- Şans Kapıyı Kırınca / Yolcu
2004- Büyü / Ayşe
2003- Asmalı Konak: Hayat / Dicle
2000- Güle Güle
1995- Ona Sevdiğimi Söyle
1995- Yer Çekimli Aşklar
1995- Ölümsüz Karanfiller
TİYATRO OYUNLARI
2005 – Selvi Boylum Al Yazmalım/ Sadri Alışık Tiyatrosu
1995 – Çamaşırhane” (Rossine), D.Durin / H.Prevost- Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı
1994 – Kanlı Düğün (Gelin)/ F.G Lorca- Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı
1994 – Palyaçolar/ Ankara Çocuk Ve Gençlik Tiyatrosu
1988 – Meddah/ İzmir Devlet Tiyatrosu
1986 – Boy Friend/ İzmir Devlet Tiyatrosu
ÖDÜLLERİ
2002 – 10.Magazin Gazetecileri Derneği Ödülleri En İyi TV Oyuncusu/ Asmalı Konak