Devin Özgür Çınar’ın kaleme aldığı ve başrolünü Engin Günaydın ile paylaştığı, yerli platform Gain’de izleyebileceğiniz 10 Bin Adım, ilginç bir konsepte sahip: İki eski sevgili, Ezgi ve Mehmet, her gün birlikte 10 bin adım yürüyorlar ve biz 10 dakikalık bölümler halinde onların bu yürüyüşlerine eşlik ediyoruz. Gain’de yayınlanan ilk bölümünden bu yana pek sevilen 10 Bin Adım, böylece insan ilişkilerini ele alıyor ve bir yandan da İstanbul’a eğlenceli bir bakış atıyor.
Devin Özgür Çınar ve Engin Günaydın’ın Episode dergisi ile yaptıkları söyleşi de dikkat çeken mesajlar bulacaksınız. İşte o söyleşiden sorular ve yanıtları:
Öncelikle ikinize de tebrikler ve teşekkürler. Çok keyifli bir işe imza atmışsınız. Nasıl doğdu bu proje? Devin Özgür: Her gün 10 bin adım atmayı kafaya takmıştım 2019 yılının sonlarında. Engin de zaman zaman bana katıldı. Beraber yürürken bu fikir aklımıza geldi ve hoşumuza gitti. Aradan zaman geçti, bir gün bu fikirden o zaman sadece arkadaşımız olan yapımcılarımız Nisan ve Faruk’a söz etmiş Engin. Bunun üzerine fikri olgunlaştırdık. Nisan, Faruk ve Gain Medya bu işin peşini bırakmayınca ben yaz boyu senaryoları yazdım ve iş hayata geçti.
Engin: Çok teşekkürler. Ben de ara sıra yürüyordum ama Devin kadar takmış değildim. Beraber yürümeye başladık, yürürken çenemiz açıldı. Her konuda konuşuyorduk. Sonra, acaba bu bir proje mi olsa dedik; Devin yazdı, güzel de oldu. Her şey çok çabuk gelişti aslında.
Diziyi en başta da 10 dakikalık bölümler halinde mi tasarlamıştınız yoksa Gain ile işbirliğine gitmenizden sonra, platformun yapısına uyması için mi buna karar verdiniz?
Devin: Biz zaten işi on dakika olarak tasarlamıştık. Bu, Gain’in de böyle kısa işlere yer verecek bir platform olmasıyla örtüştü ve güzel bir ortaklık doğdu.
Engin: Her gün 10 bin adım ve 10 dakika diye tasarlamıştık. Zaten senaryolar 10 sayfa civarındaydı. Gain de yeni kuruluyor, kısa projeler istiyordu ve bizim projemizle Gain’in bu yaklaşımı birbirine uydu.
Devin Hanım, Memet’i Engin Bey dışında bir oyuncu da canlandırabilir miydi? Ya da şöyle sorayım: Blues Brothers mesela, nasıl ki John Belushi ve Dan Aykyord arasındaki kimya sayesinde belki olması gerekenden bile daha etkileyici oldu, 10 Bin Adım da Devin Özgür Çınar ile Engin Günaydın arasındaki kimyanın ürünü mü? Bu, ancak bu “ikilinin” gerçekleştirebileceği bir proje mi?
Devin: Bu ikimizin projesi olduğu için, bizden çıkan bir hikâye olduğu için sözünü ettiğiniz kimyanın bir sebebi olabilir. Ayrıca Engin’le çok eski arkadaşız. Bunun da büyük bir etkisi olmuştur diye düşünüyorum. Başka iki kişi de yapabilirdi tabii bu projeyi, o da onların 10 bin adımı olurdu; bu bizim 10 bin adımımız. Bizim güldüğümüz, bize komik gelen durumları anlattığımız bir iş.
Bir zaman önce bir haber okumuştum. Yürüyüş yapmanın yaratıcılığı belli oranda artırdığına dair bir çalışmadan bahsediyordu… Gündelik yaşamınızda, özellikle yaratıcı bir işle uğraşırken mesela bu diziyi yazarken ya da senaryosuna çalışırken yürüyüş yapar mısınız ve sahiden yaratıcılığınızı tetikler mi?
Devin Özgür: İnsanı sakinleştirdiğini düşünüyorum yürüyüşün. En azından beni hep sakinleştiriyor ve düşünmeyi en çok yürürken seviyorum diyebilirim. Kafandaki işe yaramaz sesleri ayırt edebiliyor ya da o sesleri biraz kısabiliyorsun yürürken. Bu da epey önemli bir şey bana kalırsa. Senaryoları yazmadan önce yürüdüğüm zamanlarda bölüm konularının çoğunu bu sayede bulduğumu ya da fikirleri bu sayede olgunlaştırdığımı söyleyebilirim.
Engin: Elbette. Ben evde bir şey düşünürken bile yürüyorum. Oturmayı pek sevmem çünkü zihnimi durdurur. Hatta bir dönem ayakta yazardım, sonra belim ağrıdığı için bıraktım. Tek kişilik gösterimin bütün hikâyelerini yürürken oluşturdum, senaryolarımın ilginç fikirlerini de hep yürürken bulurum.
Yürüyüş yaparken aklınıza gelen en tuhaf ya da ilgi çekici fikir nedir?
Engin: Vavien. Adam, karısını uçurumdan atsın ama kadın ölmesin, geri gelsin. Bu fikri yürürken buldum ve bunun üzerine koca bir hikâye kurdum, ortaya Vavien çıktı.
10 Bin Adım süresi itibarıyla hızlı tüketilebilir bir dizi. Peki, hızlı tüketilir olduğu kadar kolay da tüketilir bir dizi mi sizce?
Devin Özgür: Bunu biraz zaman gösterecek bence. Elbette kısa ve gündelik hayattan bahseden, büyük şeylerden söz etmeyen bir dizi bu ama bir kereden fazla izlendiğini de duyuyorum bir yandan, kastettiğiniz buysa.
Engin: Dünyanın birçok ülkesinin ana şehirlerinde nasıl bir dil olduğunu hep merak ederiz. Woody Allen filmleri ya da Seinfeld dizisi, New York’un sosyal dili hakkında bilgi verir. Biz de İstanbul’un sosyal dilini dizide kullanmaya çalıştık. Özellikle komedide Türkiye’deki sıkışmanın farkındayız ve bu tip dizilerin komedide yeni bir dil için alan açmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Geleneksel televizyon dizileriyle dijital işleri kıyasladığınızda oyunculuk tekniği ve çalışma şartları açısından nasıl farklar söz konusu? Siz hangisini daha çok seviyorsunuz?
Devin Özgür: Televizyon dizilerinin hızla yarıştığını, 100 sayfanın üstünü bir haftada çekmek zorunda olduklarını düşününce mukayese edilemez bence. Dizi çekmek kürek mahkûmluğu gibi şu anda. Her birimin insan üstü çaba göstermek zorunda olduğu, büyük özverilerle yapılan, nitelikten ziyade niceliğin ön planda olduğu bir mecra. Dolayısıyla çok zor ve mantıksız. Bu tür kısa işlerde ayrıntılarla ilgilenecek vaktiniz, moraliniz ve yüksek motivasyonunuz oluyor. Sadece oyuncuların değil, her birimin işini severek yaptığı bir iş ortaya çıkıyor insani şartlarda çalışıldığında.
Engin: Dijital platformlar dizilere sinema gözüyle bakıyor. Ülkemizdeki televizyon dizileri kendilerini dizi diye küçük bir anlayışa teslim etti; oyunculukları, çekim teknikleri bu küçük alanda sıkışıp kaldı. Tabii bu, yoğun çekim saatleri yüzünden oldu. Halbuki işimizin başlangıç yeri sinemadır, dizilerde de sinemanın evrensel kaideleri uygulanmalıdır. Dijital platformlar, sinemayı hatırlattı.
Engin Bey, siz bir süre artık televizyonda olmak istemediğinizi söylemiştiniz. Sizce televizyon dizileri ömrünü tamamladı mı yoksa siz mi yoruldunuz ve sizi artık daha sık dijital işlerde görebilir miyiz?
Aramızda konuşurken hep şu ortak kanıya varırdık: Televizyon dizileri bir sona doğru gidiyor. Bu, mesleğimiz açısından çok üzücüydü ve bununla ilgili eleştirilerimizi her fırsatta dillendirmeye çalıştık fakat olmadı. Ben bırakmak zorunda kaldım; sağlığım risk altındaydı, mesleğime olan hevesim zarar görüyordu. Dijital platformlardaysa hoşuma giden, beni heyecanlandıran projeler var. Onun için de burada çalışmaktan memnunum.
Devin Hanım, sizin TV işlerine dair düşünceleriniz nelerdir?
Televizyon dizilerinin süreleri şu anda sektörde herkesin şikâyetçi olduğu ama bir türlü çözülemeyen büyük bir sorun. Bu sürelerin makul yerlere çekilmesi sektör için çok önemli bir adım olacak, yıllardır söylendiği gibi. Televizyon dizilerinde, ne kadar sevdiğim bir işi yaparsam yapayım, temelde hissettiğim şey değersizlikti. Senin ya da herhangi bir birimin işi sadece hızlı, daha hızlı olmak. Yaptığın işin, içine sinip sinmemesinin çoğunlukla pek kıymeti yok. Bu da işini istediğin gibi yapamamana sebep oluyor. Bence çok yetenekli, kıymetli insanlar da sektörden bu sebeple elini eteğini çekmiş durumda. Şu an çalışanların çoğunun isteği de bir süre sonra dizi çekmeyecek konfora erişebilmek; o yüzden sabrediyor ve o değersizlik duygusuna rağmen mecburiyetten çalışmaya devam ediyorlar. Bu da pek hoş bir manzara değil açıkçası.
Memet ve Ezgi’nin Engin ve Devin’le benzer ve farklı yönleri neler?
Devin Özgür: Sanırım gündelik hayatın içindeki beceriksizlikleri, küçük hesapları, kendilerini çok akıllı hissettikleri anların çok uzun sürmemesi, güvensizlikleri, şehir hayatının içine sıkışmış olmaları, kırılganlıkları ve bir yandan da kuyruğu dik tutmaya çalışmaları.
Engin: Memet’i çok sempatik buluyorum, onu seviyorum ve izlemek hoşuma gidiyor. Fakat farklarımız şunlar: Memet, yalan söylemekten hoşlandığını söylüyor, ben nefret ederim. Dedikodu, en sevdiği şey. Durumlardan kurtulmak için her yol mubah onun gözünde. Ben ona göre daha içine kapanık biriyim, sosyalleşmekten çok korkuyorum.
Dizinin her bölümünde çok eğlendim ama zaman zaman kahkaha attım. Mesela şu “kel” muhabbeti, Memet’in yeğeniyle olan… 10 Bin Adım’daki esprilerin ne kadarı doğaçlama?
Engin: Çok fazla doğaçlama yapılamıyor aslında. Sahneler genelde ikili ve akış alınıyor. Bazen de çok uzun sürebiliyor sahneler, aklımıza gelen birkaç espriyi koyabiliyoruz. Ama genelde metinden oynuyoruz, kel esprisi de metindeydi.
Devin Özgür: Sette aklımıza gelen güzel bir fikri eklemiştik bir bölüme, onun dışında pek doğaçlama yoktu. Senaryoyu oynadık.
Favoriniz olan 10 Bin Adım bölümü ya da sahnesi hangisi?
Devin Özgür: Her bölümde çok sevdiğim anlar var. Bazı bölümleri Engin’i ya da diğer oyuncu arkadaşlarımı izleyip gülmek için açıyorum. 4. bölümde Engin’in tekerlekli sandalyeyle arkamızdan yürüdüğü sahneye hâlâ çok gülüyorum.
Engin: Ben genelde çok eğlenerek oynadım bütün sahnelerimi. Yapımcılarımız bize çok rahat bir set ortamı kurdular. Onun için de çok çalışmıyor, mevcut sahnelerimizi daha iyi oynamaya vakit ayırıyorduk.
10 Bin Adım’ın başka sezonları olacak mı yoksa tek seferlik bir iş miydi?
Devin Özgür: İkinci sezon da olacak, oturup yazmaya başladım.
Gain, diğer dijital platformlardan daha farklı yapıda, dakika ve izleme deneyimi açısından. Sizin Gain’deki favorileriniz nelerdir?
Devin Özgür: Kısa filmler, belgeseller… Gain’de çok fazla şey favorim olacak.
Engin: Gain gittikçe büyüyecek bir platform, şimdilik açılış yaptılar. Gelecek programlarını biz biliyoruz, zamanı gelince Gain açıklama yapacaktır ama onlar adına çok heyecanlı olduğumu söyleyebilirim.
Önümüzdeki döneme dair planlarınız nelerdir?
Devin Özgür: İkinci sezonu yazıyorum ve bir projem daha var, onunla uğraşıyorum.
Engin: Şu anda bir mini dizi yazıyorum. Hücreler adlı tiyatro oyunumun tasarım çalışmaları da devam ediyor, bu oyunu önümüzdeki dönemde sahnelemeyi düşünüyoruz. Hücreler, çok uzun süredir çalıştığım bir proje. Eğer sahnelenirse çok mutlu bir insan olacağımı düşünüyorum.