Milliyet Blog’da ‘Aslının Sureti’ mahreci ile yazan yazarın Çukur dizisiyle ilgili analizi oldukça çarpıcı…
Çukur – Sıkıntı Yoksa Sıkıntı Var Demektir
Sıkıntı yoksa sıkıntı var demek, doğru. Ama ne zaman bitecek şu Yamaç’ın sıkıntıları? Koçova aile sorunları bir yandan, Çukur sorunları bir diğer: hem maddi hem manevi. Hepsi büyük yük. Bir de başının belası Sena var ki…
Benim üç tane ailem var dedi Yamaç: Biri sen, biri Koçova’lılar biri de Çukur. “Çukur umurumda değil” dedi Sena. “Gel, benim yanımda ol! Benim tanıdığım Yamaç nerede?” Hala beş gün içinde tanıdığı Yamaç’la bugünün Yamaç’ını bir tutmasına deliriyorum. O günün şartlarında Sena’nın Yamaç’ı masallardan fırlamış, ona gerçek hayatta bir masalı yaşatan -romantik Paris seyahatini kim unutabilir, bir prensti. Masalın sonunda şartlar değişince kanlı canlı Yamaç ona ağır geldi. Buna rağmen Metin’in yorumuna katılmamak elde değil. Sena Yamaç’a nasıl bakıyordu? Kabul edelim ki aşk ile. Ama öyle bir aşk ki, ölesiye bencil… Bu arada bavulları gönderen Yamaç’mış. Sultan Hanım zannetmiştim, hatta ‘sana mı kaldı’ diye de hayıflanmıştım doğrusu, günahını aldık iyi mi
Baba oğul dertleşmesinde de şahit olduk. Ne güzel şeylere vesile oldu Sena’nın Yamaç’ın yanında yürümekten vazgeçmesi… Birini sevmek başka bir şey, biri ile ömür geçirmek başka bir şey. İdris Koçovalı için ilki Gonca nam-ı diğer Mihriban, diğeri ise malum Sultan Hanım. Sanki aynaya baktı oğluyla dertleşirken. “Ben bu evliliğin altında kaldım.” dedi, ötesi var mı?
Mihriban’ın evliliğine gelirsek. Flashbacklerde o kadar belliydi ki bu işte Sultan’ın bu işte parmağı olduğu. Kasım’ın mektubu ile de desteklendi: Diyeceksin ki sizi kim evlendirdi? Orası da karışık mesele. En çok hayatını kurtardığı Sultan’ın babasız kalmasına müdahalesini öğrenince Vartolu’nun intikamını ona yönlendirmesini bekliyorum