Ana sayfa Oyuncu Biyografileri Berk Hakman Kimdir? Nereli – Boyu – Yaşı – Dizileri – Ailesi

Berk Hakman Kimdir? Nereli – Boyu – Yaşı – Dizileri – Ailesi

tarafından ker_def

Berk Hakman, 14 Ağustos 1981 tarihinde Ankara’da doğmuştur. Türk dizi, sinema ve tiyatro oyuncusu.

Adı: Berk Hakman
Doğum Tarihi: 14 Ağustos 1981
Doğum Yeri: Ankara
Boyu: 1.78 m.
Kilosu: 72 kilo
Burcu: Aslan
Göz Rengi: Yeşil
Babası: Ataman Hakman
Kardeşleri: Can Hakman
Instagram: https://www.instagram.com/brkhkmn/

Ailesi: Ailesinin ikinci çocuğu olarak Ankara’da doğdu. Bir abisi var. Ailesinin kökleri Saraybosna’ ya dayanıyor. Diş doktoru ve aynı zamanda müzisyen olan babası, Erkin Koray’ın Yeraltı Dörtlüsü grubu elemanlarından Ataman Hakman’dır. Abisi Can Hakman da sinema üzerine akademik master yaptı. 7 yaşında ailesiyle birlikte Adapazarı’na taşındı. “Yugoslavya-Bosna tarafından göçmeniz. Ankara’da doğdum ardından babamım işlerinden dolayı Kastamonu ve Adapazarı’nda yaşadım. Babam hem müzisyendi hem de diş hekimi, tabii şimdi müzikle ilgilenmiyor. Evde babamın plaklarını dinler ve enstrümanlarla vakit geçirirdim.”

Çocukluk yılları: 11 yaşlarından itibaren gitar çalıyor. Lise yıllarında klavyeli çalgılar, trompet ve bas gitar çaldı. Çocukken müzisyen olmayı istiyordu. “Çocukken çok tipsizdim. Gerçi hâlâ tipimin düzeldiğini düşünmüyorum. Gözlerim miyoptu, yuvarlak gözlüklerim vardı. Beatles dinlediğim için saçlarımı hep öyle uzatıyordum. Arkadaşlarım ‘Kes şu saçlarını, yok böyle bir model’ diyorlardı. O dönem herkes kızlara takılırken ben başka bir dünyadaydım. O zamanlar oyunculuk hayalleri kurmuyordum, rock’n roll gruplarının hikâyeleriyle büyüdüm ve hayalim müzik grubu kurup konserler vermekti. Liseden sonra Akdeniz Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nü kazandım. Okulda bir tiyatro ilanı gördüm. İçimde çocukken de olan bir şeyleri çıkarma adına o ilana başvurmaya karar verdim. Aile içinde bayramda, yılbaşlarında ortaya alırlardı beni, taklitler yapardım, arkadaşlarımla da skeçler hazırlardık. Antalya’da bir anda düzenli olarak tiyatroya da gitmeye başladım. Tiyatronun müzikle de iç içe olduğunu düşünüyorum zaten. Sonuçta sanatla ilgili bir şeyler okumalıydım. Üçüncü sınıfı okurken Akdeniz Üniversitesi’ni bıraktım ve İstanbul’da Mimar Sinan seçmelerine katılarak kazandım.”

Eğitim hayatı: İlkokul, ortaokul ve Süper liseyi Adapazarı’nda bitirdi. 1999 yılında 18 yaşındayken yaşadıkları depremin hemen arkasında da Akdeniz Üniversitesi Turizm İşletmeciliği bölümüne okumaya Antalya’ya gitti. Orada okurken tiyatro okumaya karar verdi ve okulu bıraktı. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü’nü kazandı ve oradan mezun oldu.

Kariyerinin dönüm noktası: İlk sinema tecrübesi olan ‘Okul’ filmi kariyerinin dönüm noktası oldu. “Bir gün okulda otururken bir arkadaşım Plato Film’in yeni bir sinema filmi çekme hazırlığında olduğunu söyledi. Seçmelere gittim ve ‘Okul’ filminde rol aldım. Popüler bir film oldu ve işler ardı ardına geldi.”

Oyunculuğa ilk adım: Televizyon macerasına, ‘Seher Vakti’ dizisinde canlandırdığı ‘Davut’ karakteriyle başladı.

Hangi proje ile parladı? ‘Hatırla Sevgili’ dizisinde canlandırdığı ‘Deniz Karayel’ karakteri ile dikkatleri üzerine çekti.

Kişilik özellikleri: Takıntılı bir yapısı var. “Kendi psikolojimle ve etrafımla ilgili takıntılarım var. Varoluşsal meselelere kafayı takıyorum. Babamın kütüphanesinde spritüel kitaplar vardı. O konulara erken daldım. Metafiziğe meraklıyım. ‘Ruh ve Madde’ dergisi yayınlarını okurdum. Reankarnasyona inanıyorum. Bundan önceki yaşamımda herhalde yine sanatla uğraşıp İngiltere’de yaşıyordum. Bir sürü şeye obsesif olarak takılabiliyorum.

Düşünce yapısı: Basında ve televizyonda az görünmeyi tercih ediyor. “Ben buyum ben ve her yerde görünme delisi değilim. Ne hissediyorsam onu yapıyorum. Ama yaptığım şey beni gizemli gösteriyorsa yapacak bir şey yok. Örneğin bazıları bana ‘Ne kadar soğuk duruyorsun, ne bu havalar’ falan diyor ama ne yapabilirim, ben de böyle duruyorum işte! Her dakika konuşmak zorunda değilim ki. Yerine göre soğuk bir insan olabilirim. Mesela lider kişilik tipleri vardır. Her ortama girer, her işi çözerler. Ben asla o tiplerden olmadım. Ama birisi konuşursa da konuşurum. İki saatlik sohbetle de hakkımda genel kanılar çıkarmalarına karşıyım.”

Sette nasıl birisi? Karakterine hazırlanırken öncelikle, kendi çalışabileceği, yaratabileceği yeni bir alan var mı diye bakıyor. “Daha önceki yaptığım işten jestler, duruş, ses veya başka açıdan onu nasıl ayırabilirim üzerine düşünüyorum. Aslında hem benim hem de karakterin nefes alabileceği bir kanal arıyorum. Herkes farklı bir açıdan ele alıyor karakteri. Dizi başlamadan önce okuma provası ve de toplantılar oluyor. Bu aşamalarda fikir birliği sağlanırken, sete çıkıldığında senaristin söylediği bir done, yönetmen tarafından bambaşka bir şekilde ele alınabiliyor. Yurt dışında gerçek bir bütünlükle çıkıyor herkes sahaya. Bizdeyse ‘haftaya şu olur’ şeklinde işe çıkılıyor. Kolay çözümlere kaçabiliyoruz. Yönetmen ile senarist birbirinden bihaber. Türkiye’deki en büyük sıkıntı bu bence.”

Mutluluk kaynağı: Bugüne kadar canlandırdığı rollerin birbirinden çok farklı olmasından mutluluk duyuyor. “Aslında 19 -20 yaşından beri bunu istedim. Çünkü dünyada büyük aktörlerde gördüğüm buydu. Her şeyi aynı oynayan oyuncu iyi oyuncu değildir. Bizde doğal oynayanı çok severler. Öyle bir şey yok. Bunu ben söylemiyorum, Ruslar oyunculukta bir metot, teknik varsa, hepsini oluşturmuş insanlar, onlardan öğrendiğim bu. Kendini değiştireceksin. Bunları okudukça ‘Bu matematik bir şey’ diyorsun, ‘Bunu yapmalıyım’. Şansıma, üç tane Türkiye tarihinin karışık dönemlerinden rol oynayınca, başka başka roller gelmeye başladı. Ayrıca ben gelen rolleri reddedip o projedeki başka rolleri talep ettim. ‘Es Es’ geldi mesela, başrol, buna benzer bir şey daha önce oynamışım, yan tarafta arıza bir adam var, bir de onda deneyeyim kendimi dedim, kafamı kazıtayım, farklı bir şey deneyeyim, oktavım nedir benim. ‘Es Es’ le öyle bir kırılma yaşattım kendime, o çok güzel oldu.

İlk sinema filmi: Durul Yaylan- Yağmur Taylan / Okul

Aşka bakışı: “Okuyup araştıran biriyim, bir ara felsefeye çok takılıyordum ve ‘sıfır acı nasıl yaşanır’a kadar gittim ve şu anda ben hiç aşk falan yaşamak istemiyorum. Çünkü sıkıntı verecek bana. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde adam ‘Ben aşktan daima kaçtım’ der. Ben de biraz öyle hissediyorum kendimi. Çünkü verdiği, sana yaşattığı şeyi eninde sonunda ödetecek, yok sonsuza kadar süreni. Ben de ilk defa böyle bir şey yaşadığım için bende acısı büyük oldu. Çok acı bir şey yaşamadık ama birisinden kopmak ne demekmiş ben o zaman öğrendim. Ben bununla baş edemeyebilirim. Görüyorsun, birisiyle beraber, iki sene geçiyor, başka birisiyle beraber. Eğer aşk oysa ben öyle bir durumda değilim. Onun için ‘Aşka inanmıyorum,’ demişimdir. Sıkıntı çünkü, ben gerçekten bir insanı sevdiysem ondan kopamam ama vaziyetler kopmanı gerektiriyorsa en kötü şey. Bari birbirimizi görelim, kahve içelim arada. Yoksa çok acı bir şey.”

Hayata bakışı: Adapazarı’nda yaşadığı depremden sonra hayatı plan yapmadan yaşamayı tercih ediyor. “Depremin öğrettiği şeylerden biri bu, Kısa vadeli hedef olabilir de, ‘ileride şunu yapacağım, bunu başaracağım’ bende öyle bir şey yok. Hayatla bir derdim var, klişe biri değilim, bence normal olan benim duruşum ama insanların alıştığı şeyi yapmadığın zaman sana ‘değişik’ diyorlar. Ben genel geçer kuralların hepsini çiğnedim. Bunu yaparken de kimsenin özel hayatına müdahale etmemeye çalıştım ve mantık kuralları çerçevesinde yaptım. Çünkü ruh sağlığımı korumaya çalıştım. Diğerleri de benimle birlikte ruh sağlıklarını korumaya çalışsalardı, tuhaflıklar hiç olmazdı. Ama insanlar egoları ya da maddi dünyaya ait olgular yüzünden değişemedikleri için belli bir davranış kalıbının aynısını sunuyorlar. Benim öyle bir korkum yok. O nedenle kendim olmaya çalışıyorum. Ekonomik olarak rahatım. Kendimi kanıtlama derdim yok. Bundan şahane bir oyuncuyum dediğim anlaşılmasın. Fakat deliler gibi oyunculuk yapma hırsım da yok. Bir gün işi bıraksam bile turizm diplomam var. Bir yerde animasyon şefi olurum ya da müzik yapabilirim. Dolayısıyla korkular içinde yaşamıyorum. Yani oyunculuk bağımlısı değilim. Yoksa hayata dair bir sürü korkum var. Ama bağımlı olmak iyi bir şey değil.”

İş hayatına bakışı: Mutlaka bir derdi olan rolleri canlandırmayı istiyor. “Sonuçta rollerimi ben seçiyorum ve istemediğim şeyde kimse beni para için oynatamaz. Kriterlerim, senaryo ve canlandıracağım karakter. Rollerin bile bir derdi olması gerekiyor. Örneğin ‘Seher Vakti’ dizindeki Davut âşık bir karakterdi ama Alevi’ydi ve ailesiyle çatışmaları vardı. ‘Kırık Kanatlar’daki karakterim de âşık bir adamdı ama Yunanlı, Rum bir teğmendi. Savaştan kaçıyordu. Zaten güzel karakterler hep yan rollere yazılıyor. Beni görenler, ‘Sen ne zaman başrol oynayacaksın’ diyor. Bana da başrol geliyor ama ben her zaman her şeyi kabul etmiyorum. Sadece ve ancak karakteri ve senaryoyu seversem kabul ederim. Ruhsal tatmin olarak mutluyum. Hem yan roller her zaman daha az çalışır. Bir projeye başlarken başıma gelecekleri bilerek giriyorum o işe. Gerçekçi olacaksın. Büyük umutlarla girmeyeceksin. Her an her şeyin değişebileceğini bileceksin. Türkiye’de beklentiye girersen sektörde sıkıntı yaşarsın. Oyuncular olarak bizler, televizyon piyasasında en son halkayız. Yukarılarda bir şeyler dönüyor ve bin bir aşamadan geçtikten sonra ancak yazılabilen bir senaryo veriliyor bize. Sonra da oynuyoruz. Bize laf düşmüyor tabii ki. Oyuncu dramaturjiyi ne bilsin? Susup otursun orada. Sette bir şey sorduğunda açıp yapımla konuştuklarını duydum. Orada oyuncular, yönetmen, yönetmen yardımcısı vs. varken mizanseni de neden yapıma sorasın ki? Bu nedenle pesimist olacak belki ama televizyon piyasası açısından bu ülkeden bir şey beklemem.”

Kariyer planı: Projelerini senaryoya bakarak seçiyor. Bir menajer ile çalışmıyor her seçimi kendisi yapıyor. Ayrıca şarkı sözü yazıyor. “Hesaplamayacaksın şunu oynarsam, oradan dört milyon gişe gelir falan.  Hayatta bir şeyi hissediyorsan yap, hissetmiyorsan yapma. Açıkçası son yıllarda oyunculuğa dair soğumalar başladı bende. Güzel işler çekiliyor ama sen olamıyorsun bazen. O zaman da başka şeylere kanalize etmek istiyorsun kendini. Ben de müziğe başvuruyorum o noktada. Sözleri albümde toplama düşüncem var ama bunu ticari bir kaygıyla değil de, bu dünyaya bir şey bırakmak adına yapmak istiyorum. Benden ufak bir hatıra olacak. Yıllar önce senaryo yazmayı da denedim ama yeteneğimin olmadığını anladım. Bende sözler ve müzik var sadece. Bazı yerlerde ‘müzisyen’ olarak da anılıyorum. Asla müzisyenim diyemem. Bilmiyorum, günün birinde o albüm çıkar diye umuyorum. O güne kadar daha da soğumadığım sürece oyunculuğa devam. Menajerle çalışmama nedenim çok da bir şey kaçırdığımı düşünmemem bu ülkede. Sanki büyük şeyler mi oluyor burda? New York ya da Londra’da değiliz.  Tuhaf bir ülkedeyiz. Hele kendi sektörümüzle ilgili hiç konuşmayayım.  İş konusuna gelince; sağ olsunlar arıyorlar bugüne kadar da hep iş geldi, çalıştım. Bir de zor güvenirim. Her şeyi kendim öğrendim. Bu saatten sonra da gerekmiyor ama yorulursam neden olmasın. Bizdeki menajerler senin galada ne giyip nerede gözükmen gerektiği ile ilgilenirler çünkü.”

Televizyon mu tiyatro mu? Çalışma disiplini açısından tiyatro, sinema ve televizyonu birbirinden ayırmıyor. “Tiyatro ve sinema ya da dizi oyunculuğunu da ayırırlar hep mesela. Tamam, tiyatroda oyunun stiline göre biraz farklı oynarsın. Ancak bence iç hazırlık bakımından ikisi arasında hiçbir fark yok. Sadece daha yüksek sesle konuşuyorsun tiyatroda en arkadaki de duysun diye. Neden tiyatroda ayrı, sinemada ayrı çalışıyorsun ki? Sinema filmi veya dizide de kamerayla birlikte 100 kişi var karşında, set ekibine oynuyorsun. O da canlı. Bunu hissettiğin çok oluyor. Hiç unutmam ‘Hatırla Sevgili’nin sezon finalini çekiyoruz, canlandırdığım Deniz karakterini bıçaklayacaklar. Çok kalabalıktık o gün ve set de Karaköy Bankalar Caddesi’ndeydi. Bir iki kamera yakınımdan alacak beni. En zor sahnelerden biriydi. Oynarken bir anda bütün setin karşıma geçip çekmek yerine beni izlediğini hissettim. Şimdi bunun ne farkı var tiyatrodan? Aslında tiyatrodasın orada da. Gerçek bir duygu veriyorsan setten de biri gelip sana ‘Abi n’aptın sen öyle?’ diyebiliyor.”

Gelecek Hayali: Evlenip çocuk sahibi olmayı düşünmüyor. Çoğu enstrümanını kendi çalacağı bir albüm yapmayı istiyor. “Kendimle ilgili bir sürü halledemediğim problem var, bunlar dururken, hele bu ülkede çocuk sahibi olmak mantıksız geliyor bana. Çocukları çok severim, o ayrı. Bir de olsaydı üç beş sene önce olurdu, bir kişiyle alakalı. Onun dışında hiçbir zaman kimseden çocuk sahibi olmak istemedim. Şimdi en güzel çocukların filmler, müzikler olduğunu düşünüyorum. Şarkı yazıyorum ben, benim müzisyenlerle ilişkim o, John Lennon’ı kim unutabilir, oturuyorsun, mum ışığında şarap içiyorsun, yanında kız arkadaşın var, onun şarkısını dinliyorsun. Belki 50 sene sonra biri benim yazdığım şeyi dinleyecek. Bundan güzel şey var mı, seni düşünecek dünyada birisi. Seni kendi çocuğun bile düşünmeyebilir, belki aran çok kötü olacak. Ama öbürü 100 sene gider. Ben, o melodileri başka müzisyenlerden duysaydım dinleyebileceğim bir albüm yapmak istiyorum. Besteler ve sözler benim, birkaç da şiir olabilir. Ama albüm oluşurken birisi gelir, acayip bir şarkı yapmıştır, tabii ki ‘Gel, senin de şarkın olsun burada’ diyebilirim, tamamıyla açığım.”

Kaygıları:  Televizyon ve sinemada yeteri kadar iyi senaryoların yazılmadığını, sektörün en büyük sıkıntısının bu olduğunu düşünüyor. “Bir işe girerken (özellikle dizi için söylüyorum) karakterin 30. bölümde ne yapacağını bilmiyorsunuz ki. Senarist kafasına göre bir şey yazıyor. Hadi bakalım çık içinden çıkabilirsen. Bu noktada sunu söylemeliyim üzülerek. Bizim ülkede iyi senarist çok çok az, 4-5 tanedir belki.  Onlar bile başladıkları işleri yürütemiyorlar, olan oyunculara oluyor. Diziler uzayınca karakterimizle alakası olmayan şeyler yazılıyor maalesef.”

Kimlere hayranlık duyar? ‘Hayatını kaybetmiş ünlü kişiliklerle karşılıklı oturup bir konu üzerine konuşacak olsan kimleri seçerdin’ sorusunu şu şekilde cevaplıyor; “Rus aktör ve yönetmen Konstantin Stanislavski, The Beatles grubunun tüm üyeleri, Stefan Zweig, Albert Camus, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Hollandalı filozof Spinoza, Atatürk ve Doktor Bedri Ruhselman. Bedri Ruhselman, neo-spiritüalizmin kurucusu. Bu ekipteki her bir isimle kendi alanlarında konuşmak isterdim.”

Ne tür müzik dinler? 60’lar ve 70’leri çok seviyor. Rock müzik favorisi “Rock ve türevlerini seviyorum, hatta direkt ‘The Beatles’ derim. Çocukken bizim evde iki-üç şey dışında Türkçe müzik pek dinlenmezdi. Bende de sadece ‘Mor ve Ötesi’nin üç-dört albümü var.”

Ne tür kitap okur? Albert Camus, Stefan Zweig ve Tolstoy’u okumayı seviyor. “ Oğuz Atay ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da es geçmeyeyim. Onlarla ufak yaşlarda tanıştığında dünyanın aslında senin gördüğün gibi olmadığını anlıyorsun. Mesela ben ergenlik yıllarımda futbol hastasıydım, fanatiklik derecesinde. Aynı zamanda futbol da oynardım. 18-19 yaşında bu saydığım isimler hayatıma girince ‘Bu neyin fanatikliği? Ne yapıyorsun?’ demeye başladım. Kafa başka yerlere gidiyor. Dr. Bedri Ruhselman’ın ‘Ruh ve Kainat’ı ile Hermann Hesse’nin ‘Bozkırkurdu’ kitaplarını herkese öneririm.

Hangi yönetmenleri beğeniyor. Stanley Kubrick, Roman Polanski, Krzysztof Kieslowski ve Ingmar Bergman.

Hangi filmden etkilendi? ‘Blade Runner 2049’ ve Ruben Östlund’un ‘The Square’ filminden etkilendi. “Tüm zamanların en iyi filmleri ise bence, ‘The Godfather’, ‘Taxi Driver’, ‘Space Odyssey 2001’. Liste uzayıp gider ve fermana dönüşür bunlar sadece ilk aklıma gelenler.  Martin Scorsese ile Roman Polanski’nin filmlerini defalarca izlemişimdir. Keza Ingmar Bergman ve Kieslowski de öyle. Uzun zamandır izleyemiyorum bu filmleri. Yaş ortalaması açısından çok erken dönemde izlemiştim ve başka bir psikolojideydim. Şimdi oralara girmek istemiyorum, korkuyorum galiba biraz. Baktığında zor filmler psikolojik açıdan. 26-27 yaşına kadar evden çıkmadan film izlerdim. Ya da tüm gün oturup bir albüm dinlerdim. Bazı şeylerden soğumaya başladım şimdi. Pesimistliğim arttı galiba.”

Takip ettiğini diziler: “Geçmişte 2-3 dizi izledim, o dönemde de toplu DVD’lerini almıştım. ‘Breaking Bad’, ‘True Detective’, ‘Taboo’, ‘Narcos’ ve BBC’de ‘Coupling’ vardı. Çok güldüğümü hatırlıyorum.

Seyahat etmeyi en çok istediği şehir / ülke: Kuzey Avrupa’nın gitmediği yerleri ve Güney Amerika.

Bir buluşa imza atmış olsaydı neyi seçerdi? “Elektrikle ilgili bir şeyt etmeyi isterdi. “Tesla’yı da çok severim. Hayatını araştırmıştım. Uzay fiziğiyle ilgili de bir şey olabilir. Gezegenlerin kütle çekim kuvvetleri, uzay ve zaman, galaksiler vs. gibi uzay fiziğine dair konular hakkında okumayı seviyorum.”

Sosyal medya ile arası nasıl? Sosyal medyayı kullanmayı çok sevmiyor. “iPhone’a son yıllarda geçtim, o kadar söyleyeyim. Ne Instagram ne Twitter kullanırdım. Şimdi kullanıyorum, insanı yanıltan da şeyler. Arkadaşlarım ‘Sosyal medyayı kullanmayı bilmiyorsun’ diyor; evet bilmiyorum, umurumda da değil. Ben buyum, beni takip eden böyle etsin.”

TELEVİZYON DİZİLERİ  

2005- Seher Vakti / Davut

2006- Kırık Kanatlar / Hristo

2006 – Felek Ne Demek?/ Şeyda

2007/2008-  Hatırla Sevgili / Deniz Karayel

2009- Çocukluk Günleri

2008- Es-Es / Tercan

2011- Mazi Kalbimde Yaradır / Selim Balkanlı

2012- Suskunlar / Gurur Kutay – Gazanfer Bircan

2013/2015 – Kaçak / Ertan Demir

2016 – Hayatımın Aşkı / Kaan Engindeniz

2017/2018 – Siyah İnci / Vural

2020- Ramo

2021- Olağan Şüpheliler

SİNEMA FİLMLERİ  

2004- Okul / Ersin

2007 –  Janjan / Sadık Karayel

2007- Saklı Yüzler / İsmail

2009 – Kampüste Çıplak Ayaklar / Ali

2012 – Tepenin Ardı /Zafer

2017 – Taksim Hold’em / Fuat

TİYATRO OYUNLARI

2019- Araba Kullanmayı Nasıl Öğrendim

2016- Aşk Delisi / Eddie