Eleştiriye tahammülsüz bukalemunlar…
Gözlem, yorum ve eleştiriye tahammül… Söylemesi kolay ama uygulaması zor eylemler. Öte yandan sadece bireylerin değil, yönetimlerin de değer vermesi gereken olmazsa olmazlar! Zira bu üçleme sayesinde hatalar görülür, kıyaslama yapılır, eksiklikler giderilerek gelişim sağlanır. Tabii bunun için öncelikle algı ve düşünce özelliklerinin seviyesinin yüksek olması, ilaveten iyi niyetin varlığı şart. Aksi takdirde ne gerçekçi gözlem yapılır, ne objektif yorum getirilir, ne de eleştirilere mantık gözüyle bakılıp yanlışlardan dönülür.
Peki… Her konuda kaliteye ve başarıya götüren bu çok önemli üçleme ülkemizde ne oranda dikkate alınıyor? Siyasetinden sanat dünyasına, medyasından iş âlemine… Ne bireylerin, ne de kurumların gözlem yapmayı, verileri ciddi biçimde yorumlamayı, neyin niçin oluştuğunu hemen hiç önemsemediği kesin. İnsanlar derinlemesine düşünme ihtiyacı dahi hissetmiyor. Bu olumsuz tavrı; ister okuma alışkanlığının bulunmayışına bağlayın, ister geleneklerle izah edin, isterseniz eğitim sistemimizin aksaklıklarıyla denkleştirin. Zincirleme gelişen etkenler sonucunda yüzeysel yaşamaya alışmış insanımız, içinde bulunduğu fanusu kırıp ‘gözlem’ ve ‘yorum’ yapma bilincini taşımıyor sonuçta. Olayları kendilerine sunulan biçimde kabullenme alışkanlığı yerleşmiş bir kere ya… Saldım çayıra Mevlam kayıra…
Şimdi diyeceksiniz ki, düşünenler, gözlemleyenler ve gerçekçi biçimde yorumlayanlar bunları yapıyor da başları göğe mi eriyor? Ermiyor. Daha doğrusu erdirilmiyor. Suyun başını tutanların, ‘Yetki bendedir’ diyenlerin insan tercihi, çayıra salınanlardan yanadır çünkü.
***
Gelelim eleştiriye tahammül olayına… Bu, bizde başlı başına bir facia. Sizin gibi düşünmeyenlerin karşısında gerçekleri söylediniz mi anında hedef tahtasında bulursunuz kendinizi. Ne kadar yırtınsanız nafile… Karşınızdakiler kulaklarını size tıkadıkları için sadece kendi kafalarına işlenmiş fikirlerin kısır döngüsünde debelenip dururlar. Tabii size ‘Megaloman. Bu ne özgüvendir böyle’ gibisinden lakırdılarla saldırmayı da ihmal etmeyerek! Çare yok… Ya ‘Ne haliniz varsa görün’ diyerek vazgeçeceksiniz yanlışları göstermekten, ya da ‘Bir kişiyi dahi bilinçlendirsem kârdır’ mantığıyla bildiğiniz yolda yürümeyi sürdüreceksiniz. Benim tercihim ikinciden yana. Ama bazen öylesine aymaz bir cehaletle karşılaşıyorsunuz ki, kendi ruh sağlığınız adına noktayı koymak daha doğru oluyor. İmkânsızı gereğinden fazla zorlamanın âlemi yok ne de olsa. Şayet elinizde bir yaptırım gücü varsa o başka ama… Yaptırımlar da, güçler de ne yazık ki hep böylelerinden yana!
Nihayetinde çok darlandığınızda böylesi insanları cahil cühela diye geçiştirmek mümkün. Ancak eleştiriye tahammülsüzlük olayında buzdağının bir de görünmeyen yüzü var… Ki bu yüzde, ‘bukalemun’ gibi sürekli değişerek ortama uyan arsız-yüzsüzler yer almakta.
Şayet eleştirileriniz onların çıkar çarklarına çomak sokan, kurulu düzenlerindeki çarpıklıkları deşifre eden türdense yandığınızın resmidir… Hakaretinden ihanet suçlamasına, türlü ithamlara maruz kalmanız kaçınılmaz. İşin en acı tarafı ise tüm bunların bilinçli ve maksatlı olarak yapılması!
Siz ‘elif’ gösterirsiniz, diğer taraf kasten ‘mertek’ der. Kapkaradır bilirsiniz, ama ak diye tutturur. ‘Filancanın yalanı, yolsuzluğu…’ diye başlarsınız eleştiriye, filancanın gönüllü avukatlığına soyunan bukalemun dalar söze. Başlar hemen yalanı, gerçek; yolsuzluğu, iftira diye savunmaya. Deve bile ‘Nerem doğru ki’ bilinciyle kendini eleştirmeyi becerir de, çıkarcı sömürü sisteminin ürünü bukalemunların ağzı varmaz aleyhte tek söz etmeye. Dahası esas konuyla alakasız laflar ederek olayı saptırmaya, kişiselleştirmeye ve sizi kışkırtarak tuzağa düşürmeye de çalışır bu türler. Sürekli bir polemik yaratmak peşindedirler. Olmadı, kaba kuvvet bile girer devreye. Eee… Amaç üzüm yemek değil de bağcı dövmek olunca eleştirileri savuşturmak için bukalemun karakterler şart tabii! Nasıl da sarmışlar çevremizi…
***
Her gün türlüsünden bukalemunluğa şahit olduğumuz yaşamdan kalite ve çağdaş gelişim adına ne bekleyebiliriz noktasına geldiğimizde… Ortalık külhanbeyi hükümranlığıyla dolananlarla, büyük büyük laflar ederken aba altından sopa gösterenlerle doluyken… Üstelik bu tür bukalemunlara prim verenler de bir hayliyken, çok şey beklemenin imkânı yok tabii.
Görmezden gelindikçe artan, eleştirilere tahammül gösterilmedikçe azıtan olumsuzlukların bireylere etkisi bir yana, bu yıpratıcı gelişmelerin toplumsal bazdaki zararı ne kadar basite indirgenebilir? Yanlışların üstünü örtmenin, bunları gözlemleyip doğru yorumlar getirenleri susturmanın ve eleştirilere yasakçı mantıkla yaklaşmanın yarattığı deformasyon, tüm güzellikleri ‘ham’ yapmaya niyetli ‘dev’ gibi, üstümüze üstümüze gelirken basite indirgemek hiç mümkün değil açıkçası. En azından gerçekleri görenler için!
Oysa içinde bulunduğumuz günü değerlendirip geleceğe emin adımlarla yürümek sanıldığı kadar zor değil… Bunun için geçmişin deneyimlerinden yararlanmak kadar, yaşanmışlıkların arka planını irdeleyenlerin getirdiği yapıcı eleştirilere de kulak vermek lazım. Lakin toplum genelinde tam anlamıyla ‘beyin tembelliği ve eleştiriye tahammülsüzlük’ hüküm sürdükçe… Şahsi hırslarıyla değişime uğrayıp bukalemunlaşanların ‘susturma-sindirme’ gayretkeşliği teşvik gördükçe ne bugüne sağlıklı yorum getirebiliriz, ne de geleceğe faydamız olur.
Hani Voltaire ne demiş… ‘Size kimin hükmettiğini öğrenmek istiyorsanız, sadece kimi eleştirme izniniz olmadığını bulun’! Eleştiriye tahammülsüz bukalemunların bize hükmedememesi ve gelişimin önünü tıkamaması temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU
[email protected]
www.twitter.com/guleranibal