TRABZON’UN YERİ BENDE AYRI
Belki de sürati o kadar hissetmediğinden olsa gerek diye düşünüyorum. Babası devlet memuru olduğundan Türkiye’de birçok yeri dolaşan Zafer Algöz, ilkokulu Trabzon’da okuduğundan mıdır bilinmez, şehrin hayatındaki yerinin bir başka olduğunu söylüyor.
Ortaokul ve liseyi Bursa’da, konservatuvarı ise Ankara’da okuduktan sonra İstanbul’a gelen oyuncu, çocukluğundan itibaren kazandığı deniz kültürünü ve sevdasını Trabzon’un insanına borçlu olduğunu da ekliyor.
HAYATIMI BEŞİKTAŞ MAÇLARINA GÖRE PROGRAMLIYORUM
Televizyonda en çok canlı sportif karşılaşmaları seyretmekten keyif aldığını itiraf eden oyuncu için sadece futbol değil, iddialı gördüğü tüm spor müsabakaları bir rahatlama yöntemi olabiliyor.
Hal böyle olunca tutkuyla bağlı olduğu takımı Beşiktaş’tan da kelam etmeden olmuyor: “Ben hayatımı Beşiktaş’ın maçlarına göre programlamaya çalışıyorum. Bir arkadaşım beni yemeğe çağırdığında o akşam Beşiktaş’ın maçı varsa o yemeğe gitmem.” Oyuncuya en çok neyi yapmaktan korktuğunu sorduğumdaysa şu cevabı alıyorum:
“Birinin hakkını yemekten, istemeden karşımdakini kırmaktan çok korkarım. Kimsenin hakkının bana geçmesini istemem.”
Bu sözleri duyunca nasıl bir ailede büyüdüğü ise ilk merak konusu oluyor: “Çok iyi bir ailede büyüdüm. Babam bir devlet dairesinde idareciydi, annem enstitü bitirmiş klasik bir ev hanımıydı. Benim dışımda iki tane de benden küçük kız kardeşim var. Annem, babam çok tatlı insanlardı, hayatımızı yönlendirmek anlamında bize çok olumlu katkıları oldu.
Babam Erzurumlu, annem Karslı. Memur ailesi olunca memleketin birçok yerini dolaştık. Her gittiğimiz yerde farklı bir kültür, farklı komşulukla gördük.
Mesleğim adına ailemden çok büyük destek gördüm. Ama çok istedi oyuncu olmamı.” Oyunculuk ilk ne zaman düşmüştü aklına?
“Ortaokulda rehberlik dersine giren bir hocanın sorusuyla başladı her şey. Kemalettin Tuğcu’nun bir oyunu için okulda roller dağıtılıyordu. Ben de o zamanlar arkadaşlarıma müdürün, öğretmenlerin taklitlerini yaptığım için hoca, ‘Kim oyunculuk yapmak ister?’ diye sorunca beni ittiler ortaya.
Hocanın da cesaret vermesiyle ilk rolümü aldım. Provalarda oyunu dramdan melodrama çevirdik.
Sıra genel prova aşamasına geldiğinde bizi izleyen çocuklar oyunu komedi gibi oynadığımızı söyledi.
Hoca da, ‘Yapın göreyim’ dedi. Kadın yerlere yattı gülmekten ve ‘Aferin çocuklar, böyle daha güzel olmuş, biz bunu komedi olarak oynayalım’ dedi.”
Aynı öğretmenin Zafer Algöz’ü Bursa Devlet Tiyatroları’nın gençlik ve çocuk tiyatrosu kurslarına yönlendirmesiyle oyunculuk serüveni gerçek anlamda başlamış. 300 kişinin katıldığı ve sadece 30 kişinin seçileceği sınav günü geldiğinde katılanlar arasında en küçük kendisinin ve Erkan Can’ın olduğuna tanık olmuş. 15 yaşından beri arkadaş olan ikili imtihan günü de bir aradaymış. “Bize, ‘18 yaşından büyük olmanız lazım’ dediler. Ama komisyonda olan Kenan Işık; ‘Bu çocukların ikisi de yetenekli, misafir olarak alalım. 18 yaşında geldiklerinde bir daha imtihana girerler, o süreçte belki sıkılır vazgeçerler, karşılıklı görmüş oluruz’ dedi ve teklifi kabul edildi.
Daha bir ay geçti geçmedi bir anda, ‘Gel, seni sahneye çıkarıyoruz’ dediler. Böylece, 16 yaşımda çok büyük oyuncuların olduğu bir oyun ile Devlet Tiyatrosu sahnesine çıktım.”