Kanal D, Cumartesi akşamı ekrana gelen İkizler Memo Can dizisinin ilk bölümünden memnun. Dizi, kanalın diğer birçok projesinden farklı olarak ilk bölümden izleyicileri yakaladı. Sosyal medyada diziyle ilgili beğeni yorumları bir hayli fazlaydı.
Cumartesi günleri reyting yarışına katılan İkizler Memo Can dizisinde Nehir Erdoğan, Emir Berke Zincidi ve Özgürcan Çevik başrollerde yer alıyor.
Milliyet blog yazarlarından Anibal Güleroğlu, diziyle ilgili bir analiz kaleme aldı. Güleroğlu, reyting oranlarının kabul edilebilir olmasına rağmen dizinin geleceğinin parlak olmadığı düşüncesinde.
İşte Güleroğlu’nun analiz yazısı:
PRENS İLE DİLENCİ’YE YEŞİLÇAM HARMANI…
Mark Twain’in ünlü hikâyesini çoğunuz bilirsiniz… ‘Prens ile Dilenci’. Yaşadığı hayatın sıkıcılığından bunalan Prens ile dilenci çocuğun bir tesadüf sonucu karşılaşmasını ve aralarındaki benzerlikten faydalanarak yer değiştirmeleriyle gelişen macerayı anlatır. İşte bu yer değiştirme mantığı o gün bugündür pek çok kurguya ilham kaynaklığı etmekte. Mesela ‘Kertenkele’ de kullanmıştı bu mantığı. Örnek dolu velhasıl… Şimdiyse ‘İkizler’ aynı yol çizgisinde ilerlemekte.
Çocuklarına sırtını dönüp telefonda konuşacak, masada bırakıp latte almaya gidecek kadar sorumsuz olup sonrasında feryat figan eden havalı hatun Dilek… ‘Ezan okunurken ağlanır mı’ diye saçmalayan çocuk hırsızı Cavit… Ve külüstürü öksüren cevval delikanlı Osman üçgeninde başlayıp ‘Arka Sokaklar’ ekibini de polis kanadından olaya dâhil ederek kendince cazibe yaratmayı hedefleyen dizi, ilk andan itibaren Türker İnanoğlu imzasını taşıdığını buram buram hissettirdi bize.
Bundan sonrası komple Yeşilçam’ın Yumurcak-Ayşecik filmleri havasında gelişen bir anlatım ve yönetim diline sahipti. ‘Oğullarımdan biri yok’ diyen ama nedense çocuğu kaybolmuş babanın telaş ve üzüntü duygusunu hiç hissettiremeyen zengin koca Mümtaz Bey’in alışveriş düşkünü kadınları ve magazin okuyanların boşluğunu vurgulayan kükremesiyle gelişimini başlatan yapım, ihmalkâr annenin evden gitmesiyle Türk işi bir dramatikliğe dalıverdi.
Kaynananın ‘Bu senin suçun değildi’ diyerek çocuklarını boşlayan kızını garipçe teselli etme sorumsuzluğu sergilemesinin ardından ‘Kim bilir kimin ocağına ateş düştü şimdi’ diye ağıt yakmayı seçen varoş anasına geçiş yapan akış, güvenlik kamerası olayını ve bulduk denerek polise teslim etme akılcılığını sıfırlayıverdi bir çırpıda.
Bu olay 70’li yıllarda mı yaşanıyordu da polis güvenlik kameralarına bakıp çocuğun nasıl ve kim tarafından kaçırıldığını bulmayı akıl edememişti? Üstelik olayla ilgilenenler de ‘Arka Sokaklar’ın her suça müdahil bitirim polisleriydi. Nasıl bu detay atlanabilirdi, anlayamadık. Dahası AVM gibi kapalı ve güvenlikli bir yerde neden derhal kapılar kapatılıp çocuk hırsızının bulunması akıl edilememişti. Bunu da çözemedik. Hedef Yeşilçam günlerini yeniden yaşatmaktı zahir… Aklımızla alay ediliyor olsa da, Erler Film’in dizilerinden yerleşik alışkanlıkla ‘Neyse’ deyip geçtik bu can alıcı mantıksızlıkları.
Bu ruh haliyle ve el mahkûm izlemeyi sürdürdük. Ne gördük peki? Ellerinde kaçırılmış çocuk bulunduğu halde çocuk kaçırma haberini kapatma sorumsuzluğu sergileyen ‘Şevkat Yerimdar’ esintili Osman’ın ve çocuk hasreti çeken Melek’in aymazlığıyla varoş mahallesinde kalan Mert bebek bir yandaydı… Yağmurla konuşma yapmacıklığında bebeğinin hüznünü yaşayıp sözde kafayı yemiş anne halleri sergileyen(sergileyemeyen) Dilek abesliği diğer yanda… ‘Evde doğum bu devirde çok yanlış’ diyen doktorun mesajıyla geçmişten gelen yumurtalık alınma dramı da orta yerde!
Efendime söyleyeyim, çocuk bezine gelen zamların mesajı, osu busu derken… Bir tas su döküm sürecinde geçen yıllarla büyüyen ‘İkizler’, çocukluğumuzda severek okuduğumuz ‘Prens ile Dilenci’ tablosuna bağlayıverdi birden. Zengin konağındaki çocuk mürebbiyesi Matmazel, tonton dede ve Mümtaz’a yamanmaya uğraşan Sibel ile varoş gecekondusundaki Nene de tastamam olduktan sonra buyurunuz Yeşilçam filmlerinin oradan buradan harmanlı tablosuna…
Bu tabloda yok, yok. Kendi başına tahliye kararı alan ev sahibinin karakolda biten zorbalığı… ‘‘Tövbe, Allah’la kul arasındadır’’ denerek geçmişi aklanan Osman-kız babası Mahmut çekişmesi… Göğüsteki kitlelerin beze denerek geçiştirilmemesi, mutlak doktora gidilmesi gerektiği mesajını vermek için annenin ameliyat olma halinin gelişmesi… Zengin erkeği avucunun içine almak için oğlunu yurt dışına yollatmaya niyetli kötü kadın karakteri… Annesiz büyüyen çocuğa kol kanat geren sevimli-komik ev ahalisi… Ve baba inadı-parasızlık engeliyle kavuşamayan sevgililerin çilesi… Tekmili birden ‘İkizler Memo-Can’ harmanında! Afiyet olsun.
NETİCEDE; Yılın komedi dizisi olarak sunulsa dahi bu yakıştırmadan hayli uzak bir tablo çizen ‘İkizler’, her şeye rağmen ilk bakışta Cumartesi’nin mevcutlarına karşı farklı bir seçenek olarak düşünülebilinir. Hatta ne yalan söyleyeyim, ben de sonuna dek izledim. Birkaç bölüm daha, ne şekilde yol alacağını görmek adına, izlerim. Ancak oyunculukların izleyiciye duygu adapte edemeyen türden sergilendiği, sahnelerin çok soğuk ve eğreti durduğu yapımda içerik itibariyle yapılabilecekler de ortada.
Yeşilçam filmi olsaydı şayet, bu performansla durumu rahatça kurtarırdı. Gel gör ki, haftalar boyu her bölümü böylesine kısıtlı bir içerikle ayakta tutmak oldukça zor. Üstelik başlangıçtan gelen reyting sonuçlarının kritikliği de ilerisi için bir işaret olarak görülmeli. Malumunuz kanallar, sıralamadan ziyade reyting oranına itibar etmekte. İşin gelirinin maliyetini karşılaması açısından büyük bir sorun olmasa dahi gerçek bu. İlaveten izleyicinin ekranda estirilmeye çalışılan Yeşilçam rüzgârından pek etkilenmediğini, fazlaca kullanılan komedi malzemelerine doyduğunu… Bu yaklaşımını erken final durumunda kalan diziler üstünden ortaya koyduğunu da unutmamak lazım.
Hal böyleyken, ilk bölümde gelen sıralamaya bakmadan yeni Yeşilçam işimizi değerlendirip, ‘‘İkizler’in geleceği pek parlak durmuyor’’ diyebiliriz rahatlıkla. Tabii ekstra yaratıcılık sergilenirse, senaryo dişe dokunur biçimde geliştirilirse o başka.
Eski başkadır, eskimiş olan başka… Yeşilçam havası atmak da bir yere kadar, değil mi ama? Maalesef öyle de… Biz yine de adetten olduğu üzere bol şans dileyerek koyalım noktayı sözümüze.
Anibal GÜLEROĞLU – Milliyet Blog