-Şiddet toplumumuzun maalesef kanayan yarası, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Maalesef her gün artarak ve meşrulaşarak devam ediyor. Sadece bireylerin, ailelerin ve birtakım kurumların çözebileceği kadar basit bir sorun değil. Kanıksanma durumu, eğitimsizlik var. Kültürel yapımızda bunun olağan karşılanması da cabası… Kadına şiddet, insanlık tarihi kadar eski. İnsan haklarıyla ilgili ciddi bir yara olduğunu dikkate aldığımızda, çözümlerin de bu çerçevede ele alınması gerekiyor.
-Rolünüz için Tarlabaşı’nda vakti geçirdiniz. Ne gibi izlenimler edindiniz?
Hikayenin geçtiği yerin havasını koklamak ve dokusunu hissetmek istedim. Çoğu kişi bu tarz sorunları yaşamış ya da yaşıyor olabilir. Her benzer sorunu yaşayan insan da aynı tepkiyi verecek değil. Özünde aynı olmakla birlikte, farklılıklarımızla güzel olduğumuzu düşünüyorum.
-Rolünüze hazırlanırken nasıl bir katkısı oldu?
Karakterin ayakları yere daha sağlam bastı diyebilirim. Maalesef doğma büyüme İstanbullu olmama rağmen, geçip gitmek dışında Tarlabaşı’na yolum düşmemişti. Benden çıkacak Ceyda’nın bu ortamda nasıl olacağını düşündüm, gerçekliğini sorguladım. Bizzat orada gördüklerimi uygulamıyorum ya da onu canlandırmaya çalışmıyorum. Ama artık o mahalleyle oluşan bağıma göre davranıyorum.