Ceyda Eyüboğlu, Fox TV’de yayınlanan Kadın dizisiyle ekranların dikkat çeken isimlerinden birisi oldu. Tiyatrocu olan ve aynı zamanda sahneye de çıkan Eyüboğlu, Episode dergisine verdiği bir röportajda, Ceyda karakterini değerlendirdi.
“Herkes beni sevsin” diye bir beklentiye hiç girmediğini anlatan Eyüboğlu, Ceyda’nın içinden geleni yaşadığını ve gerçekçi bir karakter olduğunu belirterek karakteriyle ilgili açıklamalar yaptı. Eyüboğlu, aynı zamanda hem yazı ekibinde yer aldığı hem de oynadığı Küçük Prens oyununu da anlattı.
İşte Eyüboğlu’nun röportajı:
“Ceyda hepimizin aksine hissettiği gibi yaşıyor”
Kadın dizisinin Ceyda’sı sahiciliği, gerçekliği, dobralığı, eğlenceli ve duygusal halleriyle gönüllerde ayrı bir yer edinmeye çoktan başladı. Ceyda’yı canlandıran Gökçe Eyüboğlu ile buluştuk; diziyi, Ceyda’yı, tiyatroyu, hatta Küçük Prens’i konuştuk.
VE ADINIZDAN ÇOK BAHSETTİREN, ROL ALDIĞINIZ “KADIN” DİZİSİ, GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE SEZON FİNALİ YAPTI … SEYİRCİLER TARAFINDAN ÇOK BEĞENİLEN BİR PERFORMANSINIZ VAR. BU SİZE NASIL HİSSETTİRİYOR?
Teşekkür ediyorum. Takdir edilmek güzel şey. Motive ediyor insanı. Kalbimle yapıyorum işimi, kalplerine dokunabildiysem ne mutlu bana… Ama bir yandan da “iyi olma” sorumluluğu yüklüyor insana. Önemli olan bundan etkilenmemek. Çünkü her ne yapıyorsak başarılı olma, iyi olma isteği doğal olmakla beraber bizim şeytanımız. Başarısız olma korkusu yeni şeyler deneme cesaretimizi kırabilir. Amacımız sevilmek ve takdir edilmekten ziyade gerçeği aramak olmalı. Gerçeği yaratmak ve gerçek kalabilmek. Bu da risk alarak, deneyerek, yanılarak, başarısız olarak, tekrar deneyerek mümkün.
SEYİRCİNİN, KARAKTERİNİZİ VE SİZİ BU KADAR SEVMESİNİN NEDENİ SADECE PERFORMANSINIZ MI YOKSA KARAKTERİNİZİN DE SEVİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?
Ceyda’nın seveni de var söveni de. Ama bu beni mutlu ediyor. Karakterin gerçek olduğunu gösteriyor. Gerçek hayatta da böyledir ya, birini herkes seviyorsa şüphelenirim mesela. Orada yapay bir durum var. Kendime hep şu uyarıda bulunurum: “Bırak sevmeyen de sevmesin seni; bu bir karakterin olduğunu gösterir.”
Genel olarak yorumlardan şöyle bir çıkarımda bulunabilirim: Ceyda doğal bir karakter. Hepimizin aksine hissettiğini hissettiği gibi yaşıyor ve gösteriyor. Ağlamak istiyorsa ağlıyor; öfkesini, acısını, nefretini, mutluluğunu sonuna kadar yaşıyor. Hissetmesine izin veriyor. Yaşadıklarının arkasında duruyor ve bunları bahanelerin arkasına gizlemeye çalışmıyor. Kendi kurallarıyla yaşadığı koşullarda ayakta kalmaya çalışıyor ve denemekten korkmuyor. Pavyonda şarkı da söyledi, gömlek de dikti, pazarda satış da yaptı, çocuk bakmaya da çalıştı, şimdi de bulaşıkçılığı deniyor. Ve gerçek sevgiye aç… Belki budur insanların yakın hissetmesinin nedeni.
Açıkçası Ceyda’yı oynamaya başladığımda, “Çok severler inşallah beni,” diye bir kaygım yoktu. Tek kaygım, bu hayatı yaşamak zorunda kalanları gücendirmeden, incitmeden bir hikâye anlatabilmekti. Günün sonunda bu, ekip işi. Klişe değil, gerçek. Tüm bu hız, kısa zamanda yetişmesi gereken uzun bir bölüm… Kamera önü ve arkası tüm ekip, senaryo grubu canla başla son derece profesyonel çalışıyor. Ve bu hızın, bu profesyonelliğin içinde kimse o amatör ruha ait olduğunu düşündüğümüz heyecanı, yaratıcı aşkı kaybetmemiş. Dizinin sevilmesini de buna bağlıyorum.
YERLİ DİZİLERDE KADIN KARAKTERLERİN ELE ALINIŞI BAŞLI BAŞINA BİR KONU, ÇOK DA TARTIŞILAN BİR KONU. ÇÜNKÜ TÜRKİYE’DE KADIN MESELESİ EN ÇOK SU KALDIRAN, ÜZERİNE KONUŞULAN MESELELERDEN BİRİ…
Genelleme yapmayı çok sevmiyorum aslında. Bir çıkarım değil ama kendi gözlemimi paylaşabilirim. Birçok dizide ataerkil düzen var, kadın geri planda kalıyor. Bu yeni bir durum değil. Ataerkil bir toplumda yaşıyoruz ve popüler metinlerde ana akımın dışında kalanın temsili kolay değildir. Yıllar içinde kadının medyadaki temsilinde göreceli de olsa iyileşme oldu ancak kadın hikâyeleri, güçlü kadın karakterlerin varlığı henüz yeterli değil… Cinsiyet ayrımcılığı devam ediyor. Kadın bağımsız bir birey olarak görülmüyor, genel olarak erkeklerle ilişkileri üzerinden tanımlanıyor.
Ancak hem uluslararası platformda hem de Türkiye’de artık bu konunun daha çok üstüne düşülüyor. Daha çok ses çıkarılıyor, bir araya geliniyor ve konuşuluyor. Ne kadar izleğe, popüler olana iş yapılsa da artık risk alınıyor ve deneniyor. Buradan yola çıkarak da hem Türk sinemasında hem de dizilerde dönüşümün başladığını düşünüyorum.
“KÜÇÜK PRENS MÜZİKALİ” İSİMLİ BİR ESER KALEME ALMIŞSINIZ. NEDEN KÜÇÜK PRENS VE MÜZİKALİ? HERKES İÇİN AYRI BİR ANLAMI OLAN KÜÇÜK PRENS’İN SİZİN İÇİN ANLAMI NE?
Küçük Prens üzerindeki telif, 2015’te düşünce bir anda tekrar popüler olmuştu. Projeden sonra haberim oldu. Arkadaşım Kerem Pilavcı’yla Batlır isimli bir senaryo yazmıştık ve o sene çekiliyordu. Küçük Prens Müzikali’ni yapmak isteyen Alev Baymur Özcan, Akademi 35,5’a gelmiş ve fikrini anlatmış. Kitabın oyunlaştırılması gerekince sağ olsun Altan (Gördüm) Hoca bizi önermiş. Sonrasında Alev Hanım’la bir toplantı yaptık ve kitabı oyunlaştıracak ekip kuruldu. Ben, Kerem ve Serra (Kerimzade). Şarkı sözlerini de biz yazdık. Süreç içinde Alev Hanım bizi tanıdıkça müzikalde oyuncu olarak da yer almamızı istedi. Böylece hem oyuncu kadrosunda hem de yazı ekibinde yer alarak projeye dahil oldum.
Küçük Prens’i ilk okuduğum zamanı hatırlıyorum. Öyle etkilenmiştim ki… Sanırım genel olarak kitaba hâkim olan o melankoliyi seviyorum. Şimdi kitabı elime aldığımda bir anda o yaşa geri dönüyorum. Bir anda o kitabı okuduğumdaki evi, yerdeki mavi halıfleksi, girişteki boy aynasını, evin kokusunu bile anımsıyorum…
PEKİ ,SİZCE “KÜÇÜK PRENS” HEP Mİ BU KADAR YAYGIN BİR ŞEKİLDE SEVİLİYOR?
Küçük Prens çocuk gözüyle hayatı göremeyenlere, görmeyi unutanlara bu dünyanın kapısını açar. Bir yerde okumuştum; “Yetişkinliğe ağıttır” diye. Ne güzel yorum. Hayatın asıl önemli değerlerini bize çocuklar hatırlatabilir, çocuk zamanı her deneyimin yeni olduğu, hayatın sıkıntı çerçevesinde rutine girmediği bir zamandır. Bence kitap, okuyan herkesi büyüklerin dünyasıyla tanıştırıyor; dolayısıyla yetişkin insan da kendine objektif bir bakış atabiliyor.
Zaten Küçük Prens’in ölümünü ben de “büyümek” olarak değerlendirenlerdenim. Yazarın Küçük Prens’e değil çocukluğuna veda ettiğini düşünenlerdenim. Ayrıca romanda karşılaştığı tüm insanlar kendi uğraşları içinde yalnız kalmışlar. Çok yalın ve basit şekilde modernizmi eleştiriyor. Varoluş sorunlarımızı irdeliyor. Sanırım bu nedenle çok sevilen eserler arasında.
BU KADAR ÇOK İŞİN ARASINDA BİR ŞEYLER İZLEMEYE VAKİT BULUYOR MUSUNUZ? EN SON HANGİ DİZİ, FİLM VE OYUNU İZLEYEBİLDİNİZ?
Zor oluyor ama takip etmeye çalışıyorum. En son Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği Kader Can isimli tiyatro oyununu seyrettim. Benim de içinde yer aldığım Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’daki rol arkadaşlarımdan Deniz Karaoğlu oynuyor.
Murat’ın harika bir kalemi var ve aslında mimarlık okumuş. Gerçekten oyunlarını “design” ediyor. Deniz, 90 dakika tek başına inanılmaz bir performans sergiliyor. Tam sayamadım, yaklaşık 16-17 kişiyi aynı anda canlandırıyor sahnede.
Şimdi hedefimde yönetmenim Ahmet Sami Özbudak’ın yazdığı Meçhul Paşa var. İlk fırsatta seyredeceğim. Harika bir yazar ve yöentmen olduğunu düşünüyorum.
Film olarak Green Book’u izledim. Green Book kuşkusuz iyi hissettiren bir film. Tek bir filmle Amerikan’ın ırkçılık üzerine hissettiği suçluluğu kesip alanlardan. Ve her yol hikâyesinde olduğu gibi yollar aşıldıkça kahramanların karakterleri de değişiyor. Ama popüler sinemanın normları asıl gerçeğin ancak bu kadar konuşulmasına izin veriyor. Bu sebeple okuduğum birçok eleştirmen, filmin ırkçılığa göz kırparak onun acısını hafiflettiğini ve filmin gerçek soruna karşı sağır olduğunu söylüyor. Hak vermekle beraber ben filmi sevdim.
Gönlümün Oscar’ı Geeen Book’a değil. Ama film tatlı ve hoş bir film. Yol hikâyelerini hep sevmişimdir.
Son izlediğim dizi ise After Life. Harika bir kara mizah, ofansif mizahın güzel örneklerinden gibi yorumlar okudum. Benim içinse nefis bir güzelleme hayata. Bu aralar umuda ihtiyacım var sanırım…
ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUZ…
Ben teşekkür ediyorum bu sohbet için.
RÖPORTAJ: EZGİ ÖZCAN
FOTOĞRAFLAR: MERT GÜNER