◊ Kariyeriniz boyunca yaptığınız ve unutamadığınız bir anınız var mı?
– Broadway maceram sanırım. Orada müzikal yönetmek, evinizin arka bahçesinde tahtadan bir roket yapmak, onu fırlatmak ve gerçekten de aya inebildiğini görmek kadar inanılmaz, zor, bir o kadar da gurur vericiydi benim için. Sonra “Kaygısızlar” setindeki ilk günüm; çocukluğumdan beri ekranda hayranlıkla izlediğim Halit Akçatepe, Ayşen Gruda, Ercan Yazgan gibi duayenlerle kendimi aynı odada buluşum, şaşkınlığımı gizleyebilmek için elimdeki koca tetrisin arkasına saklanıp milleti gizli gizli kesişim, Ayşen Gruda’ya yakalanışım ve bana “şizofren” lakabını takması. 1994 yılının 30 Ağustos gününde, Kanal D’de hem Zafer Bayramı eğlence programını (rahmetli Cenk Koray ile birlikte, Boğaz’ın ortasında bir gemiden) sunmam, ardından sadece bir reklam arasında stüdyodan sunduğumuz “Fıstık-i Musiki” programımıza yetişmem. O gün toplam 9 saat canlı yayın sunmam… Tonla anım var aslında.
◊ Poyraz Karayel ”den sonra kendinizi nasıl bir projenin içinde görmek istersiniz?
– Dilerim ki en az “Poyraz Karayel” kadar sevebileceğim ve inanacağım bir iş olur. Bir oyuncunun başına hayatında kaç kez gelir böyle bir şey bilmiyorum ama umarım bende o şans vardır.
◊ Son olarak “Poyraz Karayel” izleyicilerine ve fanlarınıza neler söylemek istersiniz?
– Ettiğiniz kelam boş duvara çarpıp düşse yere, isterseniz Shakespeare olun bir faydası yok. “Poyraz Karayel”i o güzel tahta oturtan sizsiniz. Her bir karaktere, her bir hikayeye gösterdiğiniz alakanın da, yorum ve fikirlerinizin de ekip olarak farkındayız. Sevginizi böyle güzel ifade etme cömertliğini gösterdiğiniz için kendi adıma çok minnettarım. İyi ki varsınız, hep olun…