KISACASI; Dizicilik sektörünün yurt dışı hamlesinde yüksekten uçarken birden çakılmak da var hesapta! Şayet diziciliğe bakış açımızı değiştirmemekte direneceksek ve ‘Kısa günün kazancı bize yeter’ diyorsak boşuna kendi kendimize propaganda yapmayalım. Yabancılar bir heves üşüşür dizilerimize. Sonra bakarlar ki, her gelen iş tıpkı Brezilya dizileri gibi, bir öncekilerin benzeri niteliğinde… Farklı tatlara yelken açıverirler hemen.
Burada bir parantez açmak isterim. Dizi pazarlamacıları, Brezilya pembe dizilerinin stüdyoda çekilmesine karşın bizimkilerin farklı mekânlarda yapıldığına ve gerçek hayata daha yakın olduklarına dayanarak, ilgi sürekliliğine güvenebilirler. Ancak bu mantıkla kendilerini avutanlara; son dönem dizi bolluğunda aynı mekânların, aynı yörelerin, aynı yüzlerin ve dahi aynı konuların sürekli kullanılmaya başlandığını görmeleri şiddetle tavsiye olunur. Dolayısıyla yapımlarımızın sadece içerik açısından değil, mekân olarak da tıpkılaştığı hakikati inkâr edilmemeli. Bu durumda da ilk etapta alternatif olarak ‘Turkish dizi’ diyenlerin, uzun vadede çark etmesi daha kolaylaşıyor!
Anlayacağınız… Tüm bu hakikatler doğrultusunda yapılacak analizde, ‘içeriklerin özgünleşmesi gerektiği’ gerçeği başköşeye oturtulmalı. İlaveten yurt dışına açılma hevesindeki dizilerin, iç mesajcılıktaki klişelerden arınıp, hedef kitlelerin kültürlerine özen göstererek onların beklentilerini karşılayacak nitelikte olmasına dikkat etmek de lazım. Ancak bu şekilde yurt dışı pazarı güçlendirilir ve Türkiye’ye dair kalıcı algısal gelişim sağlanır. Bizden söylemesi.
Anibal GÜLEROĞLU – Milliyet Blog