Garip bir biçimde, tıpkı ‘O Hayat Benim’in ilerleyen bölümlerinde olduğu gibi,‘Hem sabrımı sınarım hem izlerim’ etkisi yapan dizide, Yiğit’le Damla’nın alışveriş olayı da başlı başına bir mantıksızlık silsilesi! Pis koktuğu söylenen ama buna rağmen üstündeki elbiseleri değişmemekte direnen(banyo yapıp yapmadığı da meçhul) Damla’ya kıyafetlerinden ötürü hırsız muamelesi yapacak kadar klas bir mağaza havası verilen… Ve yılbaşı ağacıyla dikkat çeken yerde alışveriş yapıp ellerindeki torbaların ve kırmızı giysinin kıytırıklığıyla bu havayı yerle bir eden ikilinin Eminönü’nde midye yemesinin ve yağmurda ıslanmanın ardından balıkçı motoruna atlayıp gökkuşağının altından geçmeye heveslenmesinin mantığını açıklayabilen varsa beri gelsin. O çok pahallı ve sosyetik mağaza nasıl olmuştu da öylesine dandik poşetlere koymuştu ürünlerini? Dahası hangi semtteydi de bizimkileri ellerinde poşetlerle Eminönü’nde izledik?
SONUÇTA; Esma’nın Maksude’nin evini nasıl bulduğu, Esma tarafından ziyaret edilen Maksude’nin aralarında telefon alışverişi olmadığı halde Damla için verilen yemeğin yerini nasıl öğrendiği gibi daha pek çok mantık boşluğunun bulunduğu… Diyaloglarının basitliğiyle bezdiren… Azim Bey’e karşı çok ateşli davranarak ‘Kesin onun babası da Azim tarafından öldürüldüğü için böylesine hırslı bu davada’ diye düşündüren komiserle, ‘Çukur’daki Emrah’ı anımsatan… Sancaktar konağındaki cümle ahaliyle yapaylıkta ve canlandırma abartısında tavan yapan ‘Bir Mucize Olsun’ abartıdan hoşlanmayıp izlediklerinde mantık arayanlar için ‘sabır testi’ özelliğinde bir iş!
Hatta ve hatta dramı komedileştiren bu işin performansına, kurgusuna ve yönetimine bakıp ‘Dizi sektöründe yeni bir tarz mı deneniyor’ sorgusunu yapmak bile mümkün. Dolayısıyla her şeye rağmen böyle bir tat sunup izletmeyi başararak kendi mucizelerini yaratanları alkışlamak şart.
Ne kadar mantıksızlık ve abartı, o kadar başarı… Gerçek mucize budur işte!
Anibal GÜLEROĞLU-Milliyet Blog