Oysa misafir terliklerin ve Serdar’ın en az 10 cm kısa gelen pijamalarıyla Topal fakirhanesine de çok yakışmıştın Ömer. Kahveden çaya terfiini (gerçi ben de kahveciyim, o yüzden zorunlu şerit değişikliği diyelim) izlemek hoşuma da gidecekti şimdi… Ama belki de ilk kez bir sabah olsun horozlarla birlikte dikilmeden derin derin – Defne’nin deyimi ile bebek gibi – bir uyku çektiğini de gördü ya bu gözler, bence artık rahatladık, dağılabiliriz! Ama dağılmadan o mahcup misafir oğlan hallerini hatırlayıp şöyle gevşek gevşek gülümsemeden bırakmayız. Ömer Defne’nin yamacında huzuru buldu, biz de ekran başında aşırı doz huzur ve tatlışlıktan eridik.
Yalnız itiraf ediyorum, eğer bu sahneler Ömer’in dağ evindeki “mıç x2” sahnelere evriliverseydi, oracıkta Koray gibi yerlere yapışırdım üzüntüden. Ve fakat dağ evindeki “gel seni seveyim” yumoşluğundaki Ömer, bu kez ekmekarasının yatağına bir türlü giremeyip etrafa yaydığı çapkın çakal sinyalleriyle ortalığı öyle bir ısıttı ki, Defne’nin zaten cereyana tutulmuş saçları daha da bir tel tel oldu. Pır pır kulağımızın içinde öten kalbini saymıyorum bile. Ben böyle elektrik yüklü sahne izlemedim sayın seyirciler! İşte gerçek “aşkın ıstırabı”, sevdiceği yanı başında tatlı tatlı gülümserken onun kokusunun sindiği yastığa sarılıp uyuması icap eden bir adet Ömer İplikçi’nin çektiğidir. (Aşkın en naif hali de ateş basan, avuçlarının içi terleyen, minik bir alev topuna dönüşmesine rağmen sevdiğceğinin önünde hırkasını çıkarırken ürperen Defne oluyor! ) “Ayrıntılarda bu hafta”daki konuğum ise; Defne’nin sabah Ömer’i usulca öperken kameranın zoom’undan kaçamayan melek kolyesi. Ömer’in her daim başucunda olan koruyucu meleği Defne’ye bu hafta aksesuar departmanından bir 10 puan verdim gitti!