Hilal ve Leon’un ruhlarını serbest bıraktıkları her olayın, bedensel felaketin eşiğinden dönmelerine denk gelmesi ise çok anlamlı. Leon, Hilal’e olan aşkını ilk olarak Hilal’in bedeni tehlikeye girdiğinde anladı. Ruhunu denetim altında tuttuğu ve imkansıza aşık olmayı reddettiği o günlerde, Hilal’in hapsedilmesi ve idam tehlikesiyle varlığının tehdit edilmesi sonucu aştı tüm kaygılarını. Sosyal medyada Leon tam bu anda aşık oldu dedikleri bir an var, bu tespite sonsuz katılıyorum.* Tüm ruhsal öz denetiminin önemsizleştiği o an, gerçekten “o an”. Boran Kuzum bir daha öyle bakmayarak da o anı damgaladı zaten.
Hilal ise aşkını ilk defa az kalsın onun yüzünden ölecek olan teğmenin hasta yatağının başında itiraf ediyor. Leon yeter ki nefes alsın istiyor. Teğmeni bir daha göremeyecek olsa da önceliği mevcudiyeti oluyor. Teğmenin işgal biter bitmez kavuşmaları için çareler araması, hikayenin “kavuşamasalar da destansı ve imkansız bir aşk olarak hafızalarda kalırlar” melodramını baştan kabul etmediğini gösteriyor. Leon her defasında “sen yaşayacaksın, tek gayem hayatta kalmanız” diyerek hikayeyi de Hilal’i de melankoliden uzak imkanlı bir gerçekliğe çekiyor. Senaryo “yeter ki yaşasınlar, aşamayacakları bir şey yok” diyerek ruhsal altyapımıza meydan okuyor.