Yalnız kalınca bahçedeki sallanan koltuğa oturup, çayımı içiyorum. Set çayları nadiren güzel olur. Bu güzel. Bir an kendimi Gönül’ün yerine hatta Tekin’in de yerine koymak istiyorum. Bahçenin bakımsız düzenine, tavuklara, kavanozlara tıkıştırılmış domateslere, kıyı köşe serpiştirilmiş saksılara bakıyorum. O eve ve bahçeye bakıp Gönül’ün hayatının heyecan kat sayısını hesaplıyorum. Üç aydır bu gecekondudan hallice evde, ilaç mümessili zannettiği kocası Ahmet ile sürdürdüğü hayatı düşünüyorum. Evin detaylarına bakıyorum, neredeyse tek tek.. Evin gerçek hikayesi ile kurgusal hikayesinin benzerliklerine kafa yoruyorum. Gün bitmedi ama güneş gitti. Grileşiyor etraf.
Şimdi, yönetmen elindeki kağıtta ne görmüş ve ne demiş olabilir de sanat grubu Jülide ve Ahmet için bu evi, Figen için o dükkanı, hikayenin bu kısmı için Akbaba’yı uygun bulmuş olabilir? O ilk anı çok merak ediyorum. Size de ilgi çekici gelmiyor mu? Yazanın kağıda döktüğü tarif ile yönetmenin gözünde canlanan imgelerin uygun düştüğü o ilk anı, gösterilen onca ev arasından bakıp da, “Tamam bu işte!” dedikleri anı çok merak ediyorum. Hatta kağıt üzerindeki bir karakteri canlandıracak oyuncuya karar anını da merak ediyorum. Tez zamanda bir projenin hazırlık aşamasına dahil olup gözlemem ve yazmam lazım. Kesin bilgi. Yayalım…