Turagay da uzun süredir film çekmiyordu sanırım.
– Evet, yaklaşık 20 yıl. Romantik bir hikâyeye sahip film, öğretmen-öğrenci aşkı, Serenay Sarıkaya’yla paylaştık başrolleri.
Kitabı okuyunca hayat deneyimini daha çok sokaklardan kazanmış, bir sürü işe girip çıkmış, klasik oyuncu profillerinin dışında bir kişilik görüyoruz. Bütün bu deneyimler sana oynadığın rollerde avantaj sağladı mı? Yoksa “Onlar ayrı bir hayat pratiğinin ifadesiydi” mi diyorsun?
– Ben zaten oyunculuğa öyle metot açısından falan takılan tiplerden değilim. Birisi bana o rolü uygun görüyor, işin sahibine diyor ki “Bu Nejat’a yakışır.” Ve beni böyle çağırıp oynatıyorlar. Oyuncu olmamın nedeni de okulunu okumak… Ama gözlemci olduğum muhakkak, eskiden beri, çocukluğumdan beri hep gözlemlerim. Türk filmlerini seyretme alışkanlığım da babamdan geçmiştir. O çok sever. Sonra mesela Bomonti’de konfeksiyon işinde çalışırken, ceket taşırken, İzzet Günay’ın orada dükkânı vardı, gördüğümde onu izler, hareketlerine dikkat ederdim. Meraklıydım yani.
Sinema, futbol, zamanında tezgâhta kitap satmak… Keyifli bir hayat modeli gibi görünüyor, sanki hep iyi duraklardan geçmişsin. Buna rağmen hayatının eksik sayfaları var mı?
– Bir müzik aletini çok iyi çalmak isterdim. Çok uğraştım ama olmadı. Evet, plajlarda kız tavlayacak kadar gitar çalıyordum. Şarkı falan da söylüyorum ama iyi değilim be… İyi olmak için tabii 6-7 yaşlarında başlamak lazım. Başka türlü olmaz. 20 yaşında olmuyor bu işler. Yani müzisyen olmayı çok isterdim. Müzisyen olsaydım zaten başka hiçbir şeye gerek kalmazdı. Tek başına dünyan var, bir şarkı yapıyorsun, bütün duygularını, sevgini, nefretini, içindeki her şeyi döküyorsun, yeter de artar. Bu müthiş bir şey değil mi ya?..